ERMENICE BAZI KAVRAMLAR;BÖLGEDEN TARIHI BAZI BILGILER



 ERMENICE BAZI KAVRAMLAR;BÖLGEDEN TARIHI BAZI BILGILER

Aram Tepeyan

erewan-rewan ermenice olup görünen-aleni ve askere anlamındadır. Yani ortada olan sey.

xar-pert tas-kale anlamındadır. PERT Ermenice kale demektir. Bundan dolayı KÜRDLER; ÖZELLIKLE ZAZALAR XARPET DEMİŞLER: Asli Ermenice deki gibidir.

Mesela sonu gert ile biten isimler Ermenicedir. Örnek malazgert, mazgert v.vs.gibi.Çünkü gert Ermenice de kentin karşılığıdır. Örnek Dikran-a gert (Diyarbakır) yani dikranin kenti.
Mesela Kiğı Ermenicesi Kegam-gert,dir yani kegam ,in kenti.
Van Ermenicesi Vank,tir manastır anlamında.Çevresel olarak ise Vaspuragan denilmektedir.
Sasun Ermenice olup,sa-sun,yani bu-stun manasındadır.Vart, Ermenice de gül anlamındadır vartan ise zafer anlamındadır.Kürdlerin Gimgim dediği Varto bu iki anlamdan biridir.
Ermeniler Erzurum,a Garin-Karin derler Erdi-garin Garinin yeri manasındandır.
Bingöl,e Cabaxcur denir,Cabax-cur,yani sifali su.Bunun birde hikayesi vardır.
Bu örnekleri il ve ilçelere kadar çoğaltabiliriz. Isim değişikliklerinden başlayacaksak köke inmeliyiz. Yine müzik te de ayni durum söz konusudur, Türkçe veya Kürd,ce diye söylenen,bilinen bir çok eserlerin orijini Ermenicedir.Sadece Aram Dikra,in Ermenice,den bir çok klam,i kürdçeye çevirmiştir.

********************************

Zaza Murad

Diyarbakır’ın eski adi Asurca Amid ve biz Kürdler Amed deriz. Elazigin Xarpêt dir. Ikisi de Ermenice değildir. Ar û pêt î to, sengerê ricm î to.. qey to Xarpêt î to..

Asurîler doğru diyorlar, ama Ermeniler maalesef Türklerin yolunda ilerliyorlar, atıyorlar. O yüzden Asuriler gelişiyor, yakında Güneyde otonomileri olacak (dünya bırakırsa. Bir gün Kuzeyde de seve seve Kürdler olarak onlara bağımsızlık dahil her şeyi veririz, haklarıdır.

Ama Ermeniler diasporalara muhtaç bırakmışlar kendilerini. Bekliyorlar ki bir devlet kabul etsin soykırımı. Oysa biz Kürdler 90 yıldır soykırımı kabul ediyoruz Ermenilerse en çok bize düşmanlık ediyor. Arayan Mevlasını da bulur.

virej cabakcuryan

cabak bati ermenicede buz demek cur ise akan,su demek. Yani buzlu,soguk sularin diyari. ermeniler halen cabakcur diyorlar cünkü cabakcur ermenileri halen büyük bölümü Amerikada olmak üzere Lübnan Halep Fansa vb.ülkelerde yasiyorlar . tabiki torunlari.Aslinda cabakcuru en ermeniler bilir ve tanir, mesala benim babamin dayilarinin soy isimleri cabakcuryandir ve dönemin köklü ailelerindendirler.mesela Xarpet,in anlaminin tas kale oldugunu biliyormuydunuz veya palu yani ermenice deyimi ile palovi,nin anlaminin visnelik-derelik oldugunu yada Sasun,un bu-stun Sa-sunoldugunu.örnekleri cogaltmak mümkün.Ermenileri tanimak kürd,leri tanimaktir tarihi gercek anlamda bilmektir ve tüm uyduruk kemalist akim vb. düsüncelerden arinip öze-tarihe dönmektir insanliga dönmektir.Sizinbu yolda oldugunuzu hissettim belkide bu konularda yazdiginiz icin veya cabakcurun kokusundandir kanim isindi.yazmaga devam dilegi ile.

MEZOPOTAMYA’nin insanlığın beşiği olduğu söylenir.İnsanlık ilk olarak orada ekip biçmiş ve yerleşik hayata geçmiştir.Dört kutsal kitap,da Adem ve Havva,nin (Adam-Eva) yaşadığı Fırat-Dicle havzasının Van Urmiye dolaylarının cennet topraklar olduğunu yazmaktadır.
Ermeni’ler hakkında maalesef pek fazla bilgiye sahip değiliz.En aydınlar,ilericiler bile bu konuda çok geridirler.Bu bilinçli bir durumdur mevcut Kemalist ideolojinin kök kurutma anlayışının sonucudur.
Günümüze faydası olur diyerek, tarihe doğru kısa bir yolculuk yapalım.

Urartu’lar, Med’ler, Pers’ler ve Asur’lar ayni dönemlerde kurulmuş uygarlıklardır. Kürt’ler, Ermeni’ler, İran’lar Arami-Süryaniler belirtilen uygarlıkların bugünkü çocuklarıdır.

Urartu= Ermeni
Med= Kürt
Pers= Iran
Asur= Süryani.

Asil ilgi çekici olan durum Urartu, Med, Pers yakınlığıdır.Hatta ve hatta akrabalığıdır.Bu durumun nedeni ırkdaş-dindaş oluşları, binlerce yıl bir arada yaşamış olmalarıdır.Kaynaşmış toplumlar oluşlarıdır.Biliyoruz ki, bu kavimler M.Ö. Zerdüşt idiler ve arya idiler. M.S.Ermeniler din değiştirip Hıristiyan olacaklar.(tarihte ilk Hıristiyanlardan.)
Kürt ve Pers’ler İslam ortaya çıkıncaya dek Zerdüşt kalıp sonradan ıslama geçiş yapacaklardır (kısmen zor ile) Ezidi Kürtler hariç.Bu ara dönemde Zerdüşt KÜRT’ler ve Fars’lar, Hıristiyan Ermeni’ler ile yaşamağa devam etmişler. Tarihdeki ilk ayrışma böyle olmuştur. Kürt ve Fars’lar Müslüman olmalarına rağmen halen Zerdüşt ‘lüğün izlerini taşımaktadırlar. Alevi-Zaza özellikle Dersim Kürtlerinde Ermenilerden dolayı Hıristiyanlığın izleri halen görülebilmektedir.Yine dinlerin birbirinden etkilenmesi bu sonucu oluşturmuştur.

Daha sonraları bölgede bir çok uygarlık gelip gidecek enson1070 yıllarında Türk’ler bölgeye gelecek ve Osmanlıya kadar bölgeye hakim olacaklar. Fazla uzamaması için ben kısa kısa değinip bazı tarihleri de atlıyorum yanlış anlaşılmasın. Asil konu soykırım olduğu için oraya gelmek istiyorum.

Fikret Yaşar
Kürt Tarihi (10)
03 Ağustos 2010 Salı 19:51
fktyasar@mail.com

Resmi tarih egemenin yazdığı ve bilinmesini istediği tarihtir.

İşgalciler, talan ettikleri topraklarda kalıcı olabilmek için toplum hafızasını değiştirmek ister.

TC doksan yıldır Anadolu coğrafyasında bu taktiği uygulayarak, tüm Anadolu medeniyetlerinin Tük olduğunu empoze etmeye çalışmıştır.

Van’da okuduğum lise yılarında Urartu-Xaldi’lere ait tarihi eserleri görünce: “Neden bizim de bir tarihimiz yok, ya da bu toprakların tarihinde yerimiz var mı?” gibi cevabı zor sorularla içim burkuluyordu!

Çevremiz atalarımıza ait tarihi eserlerle kaynıyorken kendimizi yabancı hissediyorduk. Çünkü mevcut tarihi eserler ya Türklere, ya da gayrimüslimlere (Bizans, Ermeni, Asurî vb…) aitmiş gibi tanıtılıyordu.

Ancak, yalancının mumu fazla yanmadı.

XALDİ (Urartu)

Xaldi sözcüğü gerek etimolojik ve gerekse anlam bakımından Kürtçe olup tanrı ve sahip anlamlarını ifade etmektedir. Xaldi “L” harfinin düşmesi sonucu bugün Kürtler tarafından Xadi, xwedi, xuda, xudé gibi telaffuz edilmektedir.

Horri tapınma kültünde de yaratıcı otorite Xaldi ile benzeşen Xudena sözcüğüyle ifade ediliyordu. Xaldiler’in Horri-Mittani devamı olması ve aynı dili konuşup aynı tanrıya tapmalarından anlaşılıyor ki Xaldi/Urartu’lar da Horri-Mittaniler gibi Kürtlerin atalarıdır.

Araştırmacı -dil bilimci- Sayın L.Liberian bu konuda şöyle diyor:

“…Urartu ismine ilk defa ASUR Kralı Salmanasser zamanındaki tabletlerde rastlanmaktadır.(M.Ö.1270) Urartular, ülkelerine Xaldini veya Biani derlerdi. Biaini daha sonra Bian, Vian ve Van olarak değişmiş ve bugünkü Van Gölü, şehri ve bölgesine adını vermiştir. Urartu krallığı Horri uygarlığının bir devamı olarak meydana gelmiştir. Urartu dili Horri dilinin bir versiyonudur. Urartu ismi Asurca dağlık bölge Anlamına gelir. İncilde de bu bölgeye Ararat denir. Ayrıca Asurlular bu bölgeyi Nairi ismiyle de anmışlardır. Nairi ise Asurcada nehirler ülkesi demektir…”

Neden bütün bilgiler Asur yazıtları referans gösterilerek verilmektedir diye sorarsanız eğer; TC’nin Kürdistan bölgesindeki arkeolojik çalışmalara sınırlı ve şartlı izin veriyor olması sebeptir, diyeceğim!

MASKAN İ HERDİF TARİHİNE KISA BİR YOLCULUK
MASKAN-İ HERDİF TARİHİNE KÜÇÜK BİR YOLCULUK

Esas büyük değişimlerin ve göçlerin yaşandığı 1514 yıllarında Yavuz Selim’in, Şah İsmail üzerine yaptığı sefer esnasında Göcek Nahiyesi ve Kiği kazasında önemli yerleşim ve değişimlerin olduğu gözlenmiştir. Bölgenin Osmanlı idaresine geçiş tarihi 1514’tür. Göcek adı her ne kadar bu günkü Cönek ( uzun yıllar nahiye merkezi olarak kalmıştır ) Osmanlı yönetimi sırasında anılan adı olduğu söylense de esas itibarı ile toplam 27 köy ve mezrayı da içine kapsayan Herdifi de içinde bulunduğu bölgenin genel adıdır...
.
Yavuz Selim ordularının Sivas Erzincan Dersim alevi aşiretleri üzerinde gerçekleştirdiği akınlar sonucu 20.000 kayıp veren yörenin boy ve aşiretleri yenilgiye uğrarlar. Bölge genel anlamıyla Osmanlı idaresi altına girer. Bu dönemde güneye doğru göç hareketleri izlenir. Dersim aşiretlerin büyük ölçüde Göcek ve Kiğıya kaymaları bu dönemle başlar.

Peki bu büyük nufus değişimlerinin yaşandığı yıllar da bölgede Toplumsal yapı nasıldı ? Bölgede dinsel ve etnik yapıya bakacak olursak :

Göcek nahiyesinde ki etnik yapı Osamanlı arşivlerinde

Müslüman nüfus : % 64
Gayri Müslim: % 36

olarak görülmekte. Gayri Müslim diye tabir edilen tabiî ki Ermenilerdir. Göcek nahiyesi köyleri incelendiğinde bazı köylerin tamamının Ermeni olduğu , Bazılarının hem Ermeni-Kürt birlikte yaşadığı , bazı köy ve mezraların ise tamamının Kürt olduğu görülmekte. Örneğin Herdif ,Ekreg, Harsak, Hergep gibi önemli köylerin tamamının Ermenilerden oluştuğu gözlenmekte.

Çok önemli tarihsel belgelere ve somut kanıtlarla ortaya konmasa da kuvvetle muhtemeldir ki,Yavuz Selim akınlarından sonra Maskanlıların bölgeye geldiği, büyük çoğunluğunun Herdif civarında kendilerine yerleşim bulduğu görülmektedir. Yine Herdif köy merkezi civarında mezraların oluşması da bu döneme rastlar. Örneğin -Derik- Qilçan, Beğtar Çır, Mezri Mursan Hüseynik, gibi mezralar oluşur…Bu dönemde Herdif merkezinin tamamı Ermeni nüfustan oluştuğu için , kuzeydeki Osmanlı kırımlarından kurtulup gelen Masikanlılar, Herdif civarında ki sulak, verimli ve hayvancılığa elverişli topraklarda yerlaşim şansı buldukları da kuvvetli ihtimaldir…

İşte Herdifin gelişim gösterdiği dönem de yine bu yıllarda başlar ta 1800 lü yılların sonuna kadar devam eder. Din , dil ,ve etnik farklılık herhangi bir çatışma , sürtüşme ,savaşma gibi huzursuzluğa sebep olmadığı gibi bir zenginlik ve birlikte ortak yaşama koşulları için artı bir değer olarak ele alınmıştır.

Bir köy düşleyiniz ki, bir kaç isim ile anılsın,
Heter,
Herdif,
Maskan,
Maskan’ı Herdif
Çalıkağıl (1963 ten sonra

Bir köy düşleyiniz ki birkaç dil ve lehçe ile kendilerini ifade etsin,

Ermenice,
Kurmanci,
Zazaki,
Türkçe

Bir köy düşününüz ki iki dinli olsun .

Hrıstıyan Ortodoks
Müslüman-alevi

Bir köy düşleyin ki, sulak tarlaları , bağları , bahçeleri meyva ve sebze cenneti. Ekinleri , otlakları , tırpancı (kırımcı ) ve orakçı gibi çalışkan ve hünerli insanları elinde toprağında ürün fışkıransın…

Bir köy düşleyin ki, komşu tarlada kadim dostu Dikran ile aynı testide su içtikleri ve aynı ekmeği bölüştükleri karıca gibi çalışkan Yusufun mutluluğununa yataklık etsin…

Bir köy düşleyin ki, yaylaları , soğuk pınarları, dereleri ve otlakları ile yamaçlarında büyük hayvan sürülerinin nasıl da yayıldığını…Dağların yamaçların ,çoban çığırtmalarına, en lirik melodisine nasılda boyun eğdiğini , güdülen sanki sürü değil, dağlardır ; sürülerinin biribirine karışmadan akşama ağıla getirmeleri en büyük yetenekleri olduğunun yıllarıydı. Mertliğin ,gücün ve hoşgörünün en temel yaşam biçimiolduğu , o dağlara sormak gerektiğinin devri hüküm sürmekteydi...

Bir köy düşleyin ki, yörenin en iyi taş ustaları, dülgercileri , goşkarları, küre cileri (sıcak demir ustaları ) Dastar, cacim örücüleri, ilaç, merhem yapıcı bilge kadınları, Kırık – Çıkıkçıları ile dertlere derman olan insanları düşünün…..
Bir köy düşleyin ki din farkı gözetmeksizin biribirine kız alıp veren Ermeni ve Müslüman hoşgörüsü yaşanmış insanların hangi yaşam felsefesine sığdırabileceğimiz bir olguyu ; İşte yörede (Harputta ) söylene bir aşk türküsünden bir bölüm…

Bağçalarda mor meni
Verem ettin sen beni ,
Ya İslam ol ey Axçik,
Ya ben olam Ermeni…

(Aşk ve sevda için dinleri bile değişmeye hazır büyük hoşgörü )

Bir köy düşleyin ki , iki ayrı dinin önderleri, yani Papaz ile dede-pir yada Rayber kutsal günlerini birlikte kutsarlar, birlikte paylaşırlar.Her yıl kutsal Sülbüs- Taru dağına birlikte cemaatlarıyla çıkar ve birlikte adak adarlar.
Herdifte bulunan Surp Kevork kilisesinin Papazı her baharda tüm köy halkını arkasına alıp , en temiz giysilerini giyip yamaçları aşıp Kutsal Sülbüse çıkıp adak adarlar… Vartavar Bayramı olarak kutsanan bu günde yörede ki tüm köyler başta Ekreg, Conag, Xarsag, Holhol , Hasköy, Ağdat, ve diğer Xübek hep birlikte kutsal Sülbüse çıkarlar…

Bakınız Levon Haçikyan ‘’ Hemşin gizemi ‘’ adlı eserinde Sülbüs (Surp Luys ) dağının eteklerindeki bu insanların ortak kutsanmış ayinlerini nasıl anlatır…

( Surp= kutsal, Luys = ışık . yani Sülbus dağının isimi Ermenicede kutsal ışık anlamındadır.SURPLUYS. )

. -- Vartavar Bayramı --

‘’…….Vartavar Kiğıda da büyük bir coşkuyla kutlanırdı. Bu kentin batısında, Dersim yakınlarında sivri, çift zirveli Surp Luys ( Kutsal Işık ) dağı yükselir. Bu yöre halkın dağa saygısı öylesine büyüktür ki en büyük yemini ‘’Surp Luys’’ un zirvesi üzerine ederler, bu dağda adak günlerinde doğanların Tanrı vergisi kabiliyetler taşıdıüına inanılır ve onları Varteres ( gül yüzlü )adıyla vaftiz ederlerdi.

Surp Luys dağı ziyareti ise başlı başına bir törendi. İnsanlar günler öncesinden adak hazırlıklarına başlarlardı. Temizlik yaparlar Bayramlık giysi ve çamaşırları ortaya çıkarır, katı yiyecekler ve lavaş (tandırda pişen yufka ekmeği ) hazırlar, yoksullara yiyecek ve giyecek armağan ederlerdi. Dargın ve küskünler barışmadıkça adağın kabul edilmeyeceğine inanırlardı. Pazar günü,güneşin doğuşundan çok önce yaya yola çıkılır, kadın ve kızlar çoğu kez yalınayak yürürdü. Tanyeri ağarmadan Soğukpınara ( Pağakhpür ) varılıp kahvaltı hazırlanırdı. Daha sonra söğütlerle kaplı zirveye bir saatte ulaşırlar, ağaçların kutsallığına inandıklarından onların bir tek dalına bile zarar vermekten kaçınırlardı.

Zirveye varanlar din ve dil farkı gözetmeden secde eder, toprağa yüz sürüp taşları öperlerdi. Dağ öylesine yüksek ve çevreye hakimdi ki 360 köyü ile tüm Kiğı gözler önüne serilir,hatta dürbünle bakıldığında Palu bile görünürdü.

Surp Luys dağının yamaçlarındaki kayalıklarda ise bazıları yüzlerce insan barındırabilecek büyüklükte mağralar vardı.Bu mağralardan birinde din görevlisinin kutsadığı tuzu adaklık hayvanlara yedirirlerdi. Ancak bu ayinlerden sonra kurbanlar kesilirdi......... ‘’

Ne yazık ki yöremizin en büyük değerleri, yaşanmışlıkları, tarihi ve kültürü yazılı belge haline getirilmediği için şimdi bizler ,yani torunlar,’’ resmi tarih söylencelerini’’ dinleyerek “tarihsiz” bir toplum olmanın lanetiyle dövünürken kendi iç değerlerimizden “ bihaber” kıvrandık durduk tarih boyunca. Birde buna “ sözde” tarihçilerin döneme , coğrafyaya bu kadar “inkarcı” ve “hoyrat” olma durumu da eklenince asıl vahim durum ortaya çıkıyor. .

Elleri taş, yürekleri taş, vicdanları taş kesilmiş insanların yaşadığı bir yurt mu ki Dersim ve Peri vadisi ?.
Nitekim dünyada tüm uygarlıkların tarihlerine ışık tutulup araştırma yapan gerçek tarihçıler hep “ Taş” lardan yararlandılar. Taşlar bize hiç yalan söylemedi ..Bin yıllar önce ki tarihsel olaylar taşlarla biçimlendi ve gelecek kuşaklara bir miras gibi kaldı.
Taş deyip geçmeyin, Herdifin kesme taşları sizlere mutlaka bir şeyler anlatır. Surp Kevork ( Aziz Kevork ) kilisesinin kesme taşları, Herdifin meşhur Ermeni konaklarının kesme taşları hala köydeki bazı yapılarda ahenkle duruyorlardır . Hünerli ellerin izlerini oralarda bulabilirsiniz. (*)

Düşünün 1860 lı yıllarda bir düğün var Maskaniherdifin Derik mezrasında.
Tüm çevre köylerden akın etmişler , Sofralar kuruşmış , sürünün en gözde koçları kesilmiş, komşu Hagopun avlusunda ki “Tendur” da pişirilmiş ekmekler gün boyu. Kadim dostlar , Kürt , Türk , Ermeni … Bir düğün ki yer yerinden oynuyor , düğün –dernek kurulmuş ki çift davul-zurna yetersiz kalıyor. Bir halaylar çekiliyor ki , meydanın dar geldiği gözleniyor. Maskanlı delikanlılar ve genç kızlar, komşuları Dığa ve Axçiklerle kol kola oynuyorlar… Tamzara çalınınca halaybaşı İmam Hüseyinden mendili kapıyor dülger Artin usta… Dam üstünde düğünü izleyen kadınlar diyor ki, ne Herdif böyle bir düğün gördü, ne de Tamzara- tamzara olalı böyle güzel oynandı.. . Peki bu düğünde damat kim omasını istersiniz ?

Tabiî ki mezra Derikin uzun boylu ,yakışıklı, kaytan bıyıklı kırmızı fesinin püskülü yandan delikanlısı Süleyman ağa .
Süleyman ağa bu ilk evliliğinde dört çocuk sahibi olur, Kısa sürede ailesinin idaresini eline alıp ve mal mülk sahibi hatta Derik mezrasının tek sahibi olur.Sayısını bilemediği hayvan sürülerinin ve meraların da tek hakimi olur. Sülbus dağı eteklerindeki Goma Çaxıl (Are Çaxıl ) onun sürüsüne yaylak yeridir artık. Buz gibi suların , derelerinde çağladığı bu Çaxıl komundaki keçi ve koyun sürüsüne üç-beş çobanın yetmediği söylenirdi.
Bu ilk eşinden erkek olan çocuğa Ağa , kızlara ise Elif , Fatma ve, Melek ismi verilir. Süleyman ağa boyu posu , gücü ve kudretiyle artık gerçek bir ağadır. O yüzden oğluna tüm Maskanlılar ‘’küçük Ağa’’ diye çağırırlar. Melek kız abisi Ağa ile meralarda ve yaylalarda hayvan güdme ve süt sağma işiyle bütün gününü geçirip, kardeşlik ilişkileri aynı zamanda sırdaş ve arkadaş ilişkisine dönüşür. Ağa abisine o kadar düşkün ki, sonraki yıllarda Murun köyüde Eli Pasirud ile evlenince, doğan erkek çocuğuna “ Ağa” adını koyar.
Diğer çocukları İmam, Mehmed, ( ki 1911 den beri kayıp olduğu ve sonra ki yıllarda amerikada yaşadığı ortaya çıkar, Kardeşleriyle hasret gidermek amacıyla 1972 de istanbula gelip bir hafta istanbulda kalıp tekrar Amerikaya geri döner, 1980 de Amerikalı eşinden “öldüğü” habei gelir ve ilişki kesilir )
Kibar (Diya kıw ) yani bu satırları yazan bendenizin anneannesi…

Süleyman Ağanın Elif adındaki kızı Xarsaklı Veys ile evlenir. Fatma ise seferberlikte eşiyle birlikte Malatya civarında bir köye yerleşirler. Bu kızından bir daha sağlıklı bir haber alınmaz. Bilinen sadece yaşadığı köyün adıdır. ( Kajikan )

Maskanda en büyük sürülerin sahibi olan Süleyman ağa ya artık bir eş yetmez. Ev işlerini kolaylaştırma amacı için arayışa yönlenir... 1900 yılların başına gelindiğinde Süleyman ağa artık 6 . evliliğini çoktan yapmış , tüm eşleriyle aynı çatı altında uyum ve insiyatifli iş bölümüne gidilmiş, kapısında her sabah tam 6 yayık sehpası kurulur, ocağında ise 3 büyük “sitil” diye tabir ettiğimiz büyük kazanda süt kaynatılır ve yoğurt mayalanır. Süt kazanlarının üzerinde toplanan taze kaymaklar , yer sofrası tahta masalar üzerinde kat kat dizilir, sabahın serinliğine bırakılan kaymaklar kıvamına gelince dürüm haline ve bohçalama usülü dürülür, Avrenç denilen büyük tulumlara usulca sokulup yerleştirilir..Süt ve yoğurtla da karıştırılan bu ürün yörenin en kaliteli kaymaklı tulum peyniri haline gelir. Süleyman ağanın temel yiyeceği artık sabahları kaymak ,soğuk kış günlerinde ise kavurmadır.
Derler ki ;
Temran Miri İsmail bege kaymak ve thomast , Süleyman ağa tarafından gönderiliyormuş. Süleyman ağanın Kiğı ve Temran da da önemli bir itibara sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Süleyman ağa aynı zamanda konağında yörenin ileri gelenlerini misafir eder, ağırlama ve ziyafet Süleyman ağanın övünülecek en büyük şanı ve ünüdür artık.
Ermenilerin yemek ve mutfak kültürünün zengin olduğunu zaten yörede bilmeyen yok. Yemek , mutfak ve ağırlama gibi hizmetleri gerekçe gösteren Süleyman ağa , Ermeni asıllı bir Kırug (Ermenice yetişkin kadın ) ile evlenmeye karar verir. Böylece yedinci ve son evliliğinide gerçekleştirmiş olur. Diğer 5 kuma , ilk eş Fatma hatuna bu haberi verince , kadıncağızın tepkisine diğer kumalar şaşkın gözlerle izlerler. Çünkü Fatma hatun mendil alıp sevincinden halaya durmuştur, ‘’tewlooo dılooo ‘’deyip etrafından dönmektedir. Sebebini sorduklarında şu cevabı verir Fatma hatun.
’’Sizler üzerime kuma olarak geldiklerinizde mutluydunuz, şimdi gelen sizin üzerine gelmiş sayılır, ben sevinmeyip te kim sevinsin ‘’ der.

Artık Süleyman ağanın konağında kazanlarla ,tencerelerle çeşit çeşit yemekler pişer,keteler , yağlı ekmekler köyün en büyük tavasında (kazan kesilerek elde edilmiş bu tava , sap takılarak tavaya dönüştürülmüş Maskanın en büyük tavasıdır ) ) pişirilir , misafirler yedirilip - içirilmeden gönderilmez , ağanın hanedanlığı kısa sürede tüm yörede anılır olmuş.

1900 lü yıllara gelmeden yine bölgede önemli sayılacak göç hareketleri izlenir…. 1884 ki ekonomik buhran tüm dünyayı kasıp kavururken, Anadoluda da kısa sürede etkisini hisseder duruma gelmiştir. Anadolunun değişik yerlerinde çalışma amacıyla , kafileler halinde insanlar yollara düşer… Kuzey Amerika ve Kanadaya sanayi işçisi olmak için Kiğı, Harput ve Dersim bölgesinde de insanlar bir hafta yayan yürüyerek Trabzon limanına , oradan da vapurla istanbula gidilir. İstanbul - Marsilya arasında tarifeli çalışan vapurlar bu deniz aşırı serüvene o sıralarda çoğu Ermeni – Kürt- Türk Anadolu insanını durmaksızın taşır . Marsilyada Kiğı ile ilgili akılda kalan en önemli olay akıllı bir Ermeni girişimcinin şehir merkezinde açtığı ‘’Hotel de Keghisti ‘’ dir.
Yani otel Kiğılı. Kiğı ve civarında giden bu göçmen işçiler ,bu hemşeri otelinde ilgi ve alaka görürler.
Yine bu yıllar da Kiğı ve yerleşim yerlerinin nüfus yapısına baktığımız da Herdif çok önemli ve büyük bir köy durumunda dır. Ermeni nüfusun yoğunlukta olduğu bazı yerleşim yerlerine bakarsak Herdif in önemi ve büyüklüğü de ortaya çıkar.

Kiğı : 393 Hane 2116 kişi.

Temran : 333 Hane 1848 kişi
.
Xupus : 250 Hane 1750 kişi

Areg : 170 Hane 1165 kişi

Çanağçi : 177 Hane 1216 kişi

Xarsag : 117 Hane 910 kişi

Siwgelik : 117 Hane 860 kişi

Zermag : 113 Hane 791 kişi

Ve Herdif : 100 Hane 700 kişi

Yulardaki tabloda da görüldüğü gibi yörede Kiğı ve Temran gibi sancak merkezlerini saymasak, Herdif yedinci büyük köy görünümündedir. Bu rakamlara ,Herdif merkezinin civar mezralarında yaşayan Maskanlılar dahil değildir . Köyde yaşayan Müslüman ve Ermeni nüfusun toplamını hesaba kattığımızda Maskan-i herdif beklide bilgenin en büyük köylerindendir.

Osmanlın son yıllarında Ermeni – Osmanlı ilişkileri iyiden iyiye bozulur.
Kuzey Afrika , Ortadoğu , Yemen, Balkanlar ve Kafkasyada fetihlerle elde ettiği tüm toprakları kaybeden Osmanlı, büyük dünya savaşı arifesinde bir krizle karşı karşıyadır artık. İttihatçıların milliyetçi rüzgarlar estirdiği , macera arama hırsları özellikle Ermeni azınlığı tedirgin etmiş durumdadır. Güçsüz kalan Osmanlının bu dönemlerinde muhtemel bir Rus savaşı ihtimali için Ermenilerden destek istenir. Ancak Ermeni toplumu kanaat önderleri tercihlerini Ruslardan yana koydularını ilan edince , İstanbulda Saltanat çevreleri ve ittihatçılar arasında büyük bir tepkiye neden olur.

Kuzeyden gelen Rus kuvvetleri karşısında, Ermenilerden gerekli desteği alamayan Enver paşa yönetimindeki Osmanlı ordusu büyük kayıplar verir. Yıl 1914 ün 22 Aralık günüdür. Enver Paşa Anadolunun her tarafından topladığı 120 bin halk çocuğunu Sarıkamış ve Allahüekber dağlarında cepheye sürer.Düşman kuvvetlerinden ziyade en büyük kayıplar dondurucu kış soğukları ve bulaşıcı hastalıklara verilir. 5 ocak 1915 e varıldığında , yani onüç gün içerisinde dondurucu soğuklara tam 92 bin kayıp verilir. Conag nahiyesi va civar köylerden de yüzlerce genç insan kafileler halinde sarıkamış cephesine sürülmüştür. Tüm köylerden de hiç bir zaman geri dönmeyen şehit düşmüş ve künyesi kaybolmuş sayıları bilinmeyen insanlar la doludur. Herdiften de geri gelmeyen genç insanların çokluğu bir hayli fazladır.

Beyaz ölüm diye tabir edilen bu trajik ölüm tarlalarında , ayakta çelik kesilmiş askerlerde raslanılır, baharda karlar eriyip meydana çıkan cesetlerede raslanır. Aylarca kurtların parçaladığı asker cesetleri tüm Sarıkamış sarmıştır adeta.

Allahüekber dağlarında ki bu çatışmalarda binlerce Kiğı bölgesi insanıda büyük katıplar verir. Geri gelmeyen, künyesi kaybolan yöre insanının sayısı binlerle anılmakta. Herdif’te de Kiğının diğer köyleri gibi geri dönmeyen “93 harbi” şehitleriyle doludur.

Anlatılanlar bu karmaşık ve bir o kadar da macera ve ihtiras yüklü savaşın faturası Ermenilere kesilir. Tüm yerleşim birimlerinde Yaşayan Ermeni nüfusa ait listeler hazırlanır, Zorunlu tehcir yasası çıkarılıp , fermanlar yayınlanır.Ermeniler bulundukları yerlerden sürülerek Suriye ,Beyrut ve Arap çöllerine ölüm yolculuklarına çıkarılır. Çoğu Kürt aşiretlerinden oluşan Hamidiye Alayları bu tehcir için kullanılır.Çoğu yerde yerli halkında iştirak ettiği Ermeni kıyımları yaşanır.
İstanbul yönetimi kontrolü dışına çıkan bazı ittihatçı subaylar, katlima varacak kıyımlarda bulunur. Kürtlerin ekonomik zorlukları, açlık, yoksulluk,bilgisizlik ve cahillikleri ve din adamlarının verdiği fetvaların da etkisiyle bu kırıma rol oynadıkları görülmüştür.
Kiğı ve köylerinde de ittihatçı zihniyetin etkisindeki Osmanlı askerleri, köyleri basmakta , listeler halinde tehcire zorlanacak Ermenileri tesbit etmekte, kafileler halinde toplama bölgelerine sevk edilmektedirler. Bu durum da yerli halkın ganimetçi yaklaşımı bu kırımda onlara önemli bir rol oynamakta.

Bir hakkı da teslim etmekte yarar var, bazı Dersim aşiretleri haksızlıklar karşısında vicdanlı hareket edip, bazı Ermeni dostlarını dersimin dağlık ve iç kesimlerine alarak koruma ve yardım desteği sağlamışlardır.

Yine bölgemizde ‘’Tartala fıllan ‘’ diye tabir edilen utanç verici bu zorunlu tehcirde diğer köylerde duyulduğu gibi Maskan-ı Herdiftede bir ölüm sesizliğine neden olur.Önce kimse inanmaz ve bir anlam verilmez , ama gerçek öğrenilince bir panik yaşanır.İlk kafilede erkekler götürülür, İkinci gün tüm kadın ve çocuklar atlı jandarmaların eşliğinde yollara düşer. Toplama yerleri kendilerine Çan ile Karakoçan arasında ki ‘’Deşta Betan’’ olduğu söylenir. Kiğıdan , Aregten , Zemagtan Temrandan, Hupustan, Sivgelik Azapert ve diğer köylerden kafileler halinde insanlar bu alana toplatılır. Peri vadisi tarihin hiçbir döneminde böyle bir feryad-figan ve çığlıklara tanıklık etmemiştir.

Anne içgüdüsüyle çocuklarına kol kanat geren Ermeni kadınları, kafileler halinde yamacı aşmadan önce Hedife dönüp baktıklarında , bu bakışlarının ‘’son bakış ‘’olduklarını aklının ucunda bile geçirmemişlerdi. Peki “deşta betan” da toplanan Ermenilere ne oldu ? Gerçekten orada ne günahlar işlendi ? Bilinmez !!!
Bilinen bir şey var ki o yıllarda bu topraklar çok insan cesedi gördü, Yırtıcı kuşlar ve yabani kurtlar insan etine yeterince doydu.
1915 ten sonra Maskanlılara belki daha fazla arazi, tarla , bahçe , ev ve mülk kaldı. Peki yitirdikleri neydi bilirmisiniz ? Kadim dost ,kapı komşularını, taş ustalarını, dülger ve marangozlarını, kunduracı ve göşkerlerini , orak, balta ,kazma kürek ve bilimum araç-gereç yapan demircilerini, ilaç merhem yapan bilge kadınlarını , Halay çeken tamzara oynayan kadim dostlarını kaybettiklerini sonradan öğreneceklerdi …
Maskanlıların ve Herdiflilerin iç içe geçmişlikleri bu gün onlara bu sanatkar ,yaratıcı özellik, bu güzel insanlardan bir mirastır... Hünerli ve çalışkan Maskanlıların soylarında komşu evliliklerin mutlaka etkisi olmuştur. Bu güzel köyde Ermeni evliliklerin olduğunu hiç kimse yadsıyamaz. Bu durum bir günah gibi saklanacak şey olmadığı, aksine etnik zenginliğinin bir tezahürü olarak ele alınmalı…

Maskan-Hedif te bir çok hünerbend yetişmiştir.Taş ustalarından tutun marangoz ve müzisyenler de mevcuttur. Ellerinden her iş bir sanat eseri gibi çıkan bu güzel insanlardan biri de merhum İmam Boraldır. Yapmak istediği, eline almak istediği her şey ona yakışıyordu. Zenaat adına bilmediği bir şey varmıydı ? kesinlikle hayır ; her şeyi bilen akıllı bir değer di İmam Boral. İşte rahmetli İmam Boralı her hatırladığım da nedense Herdifin öz yerlilerinin yaratıcılıkları hep gözlerimde tüter….

Maskan-ı Herdifte bir diğer göç hareketide Şeh Sait ayaklanması ve 38 Dersim olaylarında yaşanır. Bu dönemlerde de köy büyük baskılara hedef olur.
Birkaç aile daha güvenli yerlere göç etme durumunda kalır. Bu güvenli yerin adı Hupus tur . Bu gün Hupusta birkaç Maskanıherdifli aile mevcuttur.
Söz konusu ayaklanmalardan sonra “ Mecburi iskan “ yasasına tabi tutulan birkaç maskanlı iç anadoluya, yani Haymana ovasının bozkırlarına sürülmüşlerdir. Bunlardan en önemli Maskanlı , güçlü ve sözü geçer bir şahsiyet ki oda bu sürgünden nasibini almış ve mağdur edilmiştir. Bu önemli ailenin adı “ Mala Tüje “ve bu aile reisinin adı da , “Mahmude Tüjedir”.
Aradan yıllar geçer, 1947 yılının yaz aylarında , Mahmude Tuje nin iki torunu “baba ocağına” ziyarete gelirler. Dedelerini kaybetmişlerdir. Onun Maskan Herdif hasretinin etkisiyle dedelerinin yaşamış yerleri ,soylarından birilerini görme merakıyla köye gelirler.İkinci dünya savaşı sonrası ,yoksulluğun ve kıtlığın hakim sürdüğü Maskanda köylülerden yakın ilgi ve alaka göremezler, Bu sebebiyle geldikleri Haymana ya geri dönerler. Ve bir daha da Mahmude Tüje ve ailesinden bir haber alınmaz…

Saygı değer MaskanıHerdifli dostlar, belki bu çalışmam sizlerin tarihini tam olarak yansıtmaz, ama eksik ve yazılmamış tarihimize küçükte olsa bir ışık tutar inancındayım. Tarihsel konjöktüre bağlı kalarak birazda sizlerin hayal gücünüzü de zorlayrak, Maskan’ı Herdif tarininde kısa bir yolculuğa çıkartmak istedim. Umarım sizlerin daha derli toplu tarihsel çalışmasına küçükte olsa katkı yapar.

Kaynak : 16. Yüz yılda Kiğı sancağı ve toplumsal yapısı
Hac. Ün. Doç. Yunus Koç
Tarih ve Demokrasi vakfı : Bingöl Kiğı kazası Ermeni köyleri
ve nüfusu.
Hemşin Gizemi : Levon Haçikyan Aras yayınları

Sevgili ve rahmetli anne annem Diya Kıw. Kibar Ulusoy.
Ondan bana aktaran sevgili annem Kamile Ulusoy

Mehmet Ulusoy ( Siyabend )
16 Aralık 2007 Fethiye
**************************************************- ***********

Ahmet Önal Ermeni nenesini anlatiyor

“Ben Ermeni Alevisiyim”
Biri, “Ben Ermeni Alevisiyim” dese de, tehcirden kurtulamıyordu.
Anneannesinin Ermeni olduğunu belirten Peri Yayınları'nın sahibi Ahmet Önal da geleneklerinde aidiyet baba üzerinden kabul edildiği için "Kürdüm" diyor ve "Bana Ermeni deseler bunu hakaret kabul etmem. Hatta Ermeniler'i aşağıladıklarında zoruma gider. Ermeniler'in hedef gösterilmesine, korkutulmasına karşıyım" sözleriyle tepkisini dile getiriyor.
15 yıldır yayıncılık yapan Önal Bingöl'ün Kiğı İlçesi'nin bir Ermeni köyü olan Döşlüce (eski adı Sığank) Köyü'nde doğmuş. Anneannesinin kitap sevgisini tüyler ürperten ayrıntılarla anlatan ve anneannesinin kitap sevgisi sayesinde kitaba yönelen Önal, önce iyi bir okur olmuş, sonra da düzeltmen! Alevi Kürt Şaddi Aşireti'nden olan Önal, Halacoğlu'nun Ermeniler'in "Kürt Aleviyim" diyerek kurtuldukları iddialarına ise şöyle cevap veriyor: Kürt Aleviyim diyerek tabii ki kurtulanlar olmuştur. Örneğin Dersim'in Malazgirt İlçesi'nin Ghıran mıntıkasındaki Garsanlar aşiretinde sağ kalanlar "Biz Kürt Aleviyiz" diyerek kurtulmuşlar. Ancak böyle bir genelleme yapılamaz!"
Bu konuda hayli farklı bilgi ve iddia var. Örneğin "Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar" adlı bir çalışması bulunan ve halen "İttihat ve Terakki'nin Etnisite Mühendisliği ve Anadolu'nun Türkleştirilmesi" adlı bir kitap hazırlayan araştırmacı yazar Fuat Dündar, Radikal Gazetesi'nde 7 Eylül'de yayınlanan makalesinde bir Ermeni köyünün Aleviyim diyerek tehcirden kurtulmasının mümkün olmadığını dile getirmişti.

"Bizimkiler bizi duvar diplerine bıraktılar!"
Bir Kürt Alevi aşiretine mensup olan Ahmet Önal anneannesi Fate'yi şu sözlerle anlatıyor:
"Anneannemi 12-13 yaşlarında bulmuşlar. Annesi, babası ölmüş ama nasıl öldüğünü bilmiyoruz, zaten akrabalarını bulamadık. Ermeni adını kimse bilmiyor. Tehcir sırasında bizim köye yanaşmış yiyecek bulmak için, dedemin babası, ahırda saklamış kimse görmesin diye. Kürtçe öğrenene kadar ahırdan çıkarmamış. Sonradan “Elazığ'daki ablamın kızıdır”, diye çıkarmış. Beş, altı sene yanlarında yetiştirdikten sonra oğluyla evlendirmiş. Bizim evde yaşardı ve diyebilirim ki bizim evi o yönetiyordu. Bütün köylerde de sözü geçerdi. Ticari işlere bile karışıyordu. Aydın bir aileden çıktığını hissediyorum. Çevrede barışı sağlamak konusunda da sözü geçerdi. İyi bir ebeydi. Köyün en bilinçli kadınıydı. Çocukların okutulmasına çok önem verirdi. Çok iyi hatırlıyorum, bir gün okul dönüşünde kitap ve defterlerimi çamura düşürmüştüm. Eve o halde getirince annem buna kızdı. Anneannem annemi susturdu ve beni çağırdı bir hikaye anlatacağım diye. “Bizimkiler” diye başladı.
“Bizimkiler”'in ayrı bir aidiyete işaret ettiğini o zamanki çocuk kafamla bile anlamıştım, demek ki Kürt değilmişler. “Bizimkiler bizi duvar diplerine bıraktılar. Altınlarını ve paralarını toprağa gömdüler. Ama kitaplarını sırtlayıp götürdüler. Kitap çok kıymetlidir. Ben bu dünyadan giderim, altın ve paralar da gidebilir ama bir kitap gittiği zaman insanın her şeyi gider: bilgisi, geleceği, tarihi. Bu yüzden kitap insandan da, paradan da daha kıymetlidir. Onu çok iyi koruman gerekir. Bütün kitaplar kutsaldır.” Ben on yaşındayken öldü ve Müslüman mezarlığına gömmediler. Herhalde din değiştirmemişti. Zaten Alevi olduğumuz için zorlamaya, baskıya maruz kalmamıştı, “Ben Ermeni'yim” derdi. Yine de toplum baskısından çekindiği için ulu orta söylemezdi.”

**************************************************- **KAMER GENC

<******> Tunceli, ermeni evlatlıklar bakımından zengin bir bölge.

Alevi Kürtler, Rusların ve Antranik paşanın Türk ordusu karsısında yenilip, bölgeden çekilmesi sırasında birçok ermeciyi ihtida ettirmişler. Göçerek mal mülkü kaybetmektense alevi-Müslüman olmuşlar.

Tunceli-Nazimiye-ramazan kütüğündeki GENC ailesinden 1969 doğumlu Necla GENC (Aktan) da İstanbul Kumkapi -Türkiye Ermenileri patrikliğinden 2003 yılında aldığı belge ile İslam olan dinini -hristiyanlik-olarak değiştirmiştir.

Necla Aktas'in oğlu 1991 Tunceli doğumlu Huseyin Aktan ve kızı 1993 doğumlu Seranur Aktan anneleri ile ayni tarihte Hıristiyan olmuşlardır.

Hıristiyan olan Necla Genç'in babasının amcasının oğlu 1940 Nazimiye doğumlu KAMER GENC Tunceli milletvekillerinden.

2 yorum:

@templatesyard