KASIM DEMIRALP'IN AKTARDIGI ANEKDOTLAR (SEYITXAN KURIJ)

Tarihimizden Bazı Portreler ve olaylar

Bilindiği gibi İhsan Nuri Paşa ve Bitlis milletvekili Yusuf Ziya’ nin kardeşi Ali Rıza, Yusuf Ziya’ nın kendilerine gönderdikleri bir telgrafın şifresini yanlış çözdüklerinden 1924 de Beytüşebab da bir başkaldırı hareketi organize ettiler. Bu olay esnasında Kürtlerin bazı belgeleri devletin eline geçti.
Bundan dolayı Ekim 1924’ te devlet güçleri Yusuf Ziya ve “Azadî” örgütünün lideri Halit Cibran’ı Erzurum`da tutukladılar.

Kasıme Reşit (Kasım Demiralp) Karlıova’nın Karga pazarı köyünden, Cibran Aşiretinin Suwer ailesinden Mehmet Reşit`ın oğludur. Mala Suvar, Cıbranları yöneten ailedir. Aile, Derik'ten(Mardin) Kanireş'e (Oğnut, Azizan, Kargapazar vs) yerleşmişler. Bir kısmı daha sonra Varto ve Bulanık kadar yayıldılar.
Şeyh Sait Ocak 1925`te Hınıs – Koçhisar` dan kalkıp Piran`a doğru yola düşünce önce Kargapazar köyünde Mehmet Reşide Xeto`ya misafir oluyor.
Bu ailenin bütün erkekleri 1925 Kürt Ulusal Hareketi içinde yer alıyorlar. Kasıme Reşit hayatının sonuna kadar kendi köyü olan Karga pazar`da yaşıyor ve 1998`de burada vefat ediyor. Kasıme Reşit Dr. Hatip Demiralp`ın babasıdır. Hatip Demiralp 1974`ten beri aktif olarak Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP) saflarında politik faaliyet sürdürdü ve bir dönemde bu partinin yöneticilini yaptı. Dr. Hatip Demiralp 15 Mart 1993`te kanser hastalığından yaşama veda etti.
Kasım Demiralp arkadaşım Humane Çiya`nın ricası üzerine hatıralarını kasete doldurup ona Almanya`ya gönderiyor. Humane Çiya Kasıme Reşit`ın anılarını kurmanca olarak yazmıştı.
Ben bu hatıratı önce kirdkî`ye çevirip “Nû Bihar” dergisinde yayınlattım. Bu kitap için Kasıme Reşit`ın hatıratını ve bazı konularda yaptığı değerlendirmeleri Türkçe olarak hazırladım. Her şeyden önce Humane Çiya`ya selam ederim.

  Kasıme Reşit (Kasım Demiralp) Anlatıyor:                              


Memleketimizde ister 1925 Şeyh Sait hareketinden önce olsun, ister hareketten sonra olsun, bir cemaatte Yiğitlik ile düşmana karşı direnmiş on a boyun eğmemiş insanlarımızdan bahs edilse, biz onların gösterdikleri Yiğitlikten dolayı gururu duyuyoruz, başımız göğe eriyor. Çünkü bunlar zorbalığa direnmişler. Onlar hiçbir zaman unutulmayacaklardır.
Bunlardan benim aklıma gelen bazıları şunlardır:
Şêx Seîd Efendî,  Xalit Begê Cibrî, Sehdînê Telhê, Rizayê Xalit, Xalit Begê Hesenan, Kor Husên Paşa, Keremê Kol Axasî, Şêx Abdullah Efendi, Şêx Selheddîn, Salîh Begê Hênî, Heqî Begê Liceyî, Mehmud Begê Xerîbî, Mele Cemîle Musîyan, Ferzende, Şêx Şerîf ve Yado vd..
Bunların ülkenin ve milletin kurtuluşu için çok büyük hizmetler ettiler. Onlar ülkemiz ve milletimiz için canlarını verdiler ve de bizim yüreğimizde unutulmayacak dert ve kederler bıraktılar. Ülkemiz ve milletimizin kurtuluşu için fedakârlıklar yapan, bu uğurda canlarını verenler sadece yukarıda saydıklarım değiller. Bunların dışında da daha yüzlerce isimlerini sayamadığım böyle Yiğitlerimiz var. Hepsine sonsuz minnet duyuyoruz ve onları unutmuyoruz.
Örneğin Yado hiçbir zaman unutulmamalıdır. O cesareti, yiğitliği, gözü pekliği ve fedakârlığı ile halkımızın sevgisini kazanmış ender rastlanabilen bir ulusal kahramandır.

Mustafa Axayê Girnose bize anlatıyordu, “Ruslar buraya geldiklerinde biz Ruslara karşı savaştık. O zaman Sincêr Ailesinden İbrahim Beg diyordu, „ yahu biz ne yapıyoruz, biz neden askeri alaylar kurup Ruslara karşı savaşıyoruz. Biz Ruslar ile ittifak kurup bu Türklerden kurtulsaydık daha iyi olmaz mıydı?“ O zaman biz, “İbrahim Beg yaşlandı, bunadı, diyorduk”. Bize göre Ruslar kâfir idiler, Türkler Müslüman, onun için Türklere karşı Ruslar ile ittifak kurmak, olabilecek bir şey değildi. Fakat 1925`te olanlardan sonra aklımız başımıza geldi, ama artık iş işten geçmiş idi. 

Azadî örgütünün lideri Halit Cibran

Bilindiği gibi İhsan Nuri Paşa ve Bitlis milletvekili Yusuf Ziya’ nin kardeşi Ali Rıza, Yusuf Ziya’ nın kendilerine gönderdikleri bir telgrafın şifresini yanlış çözdüklerinden 1924 de Beytüşebab da bir başkaldırı hareketi organize ettiler. Bu olay esnasında Kürtlerin bazı belgeleri devletin eline geçti.
Bundan dolayı Ekim 1924’ te devlet güçleri Yusuf Ziya ve “Azadî” örgütünün lideri Halit Cibran’ı Erzurum`da tutukladılar. Halit Cibran birkaç gün Erzurum`da tutuklu kaldıktan sonra jandarmalar eşliğinde Bitlis`e götürülüyor. Asker onu Sarıkamış üzerinden Karakose, Tutak, Ahlât ve Adilcevaz” tan Bitlis`e götürülüyor. Bu yolculuk çok sürüyor. Çünkü mevsim kısa doğru idi, o zamanın kışları şimdinin kışları gibi değildi. O zamanın kışları çok soğuk ve zorlu idi, şimdiden daha çok kar yağardı. Tabi ki o zaman arabada yoktu, Halit Bey atlar, at arabaları ile götürülüyor. Halit Bey o kadar uzun yolu askerler eşliğinde kat ederken, maalesef Kürtlerden kimse ona yardım etmedi, kimse ona el atmadı. Hâlbuki bu yolculuk esnasında Kürtler onu kurtarıp, kurtarabilirlerdi. Ne yazık ki Kürt aşiretleri arasında çelişkiler vardı, birçok aşiret arasında çatışmalar vardı.
  
Askerler Halit Bey`ı Patnos`tan götürürken, o Kör Hüseyin Paşa`ya bir mektup gönderiyor. Halit Bey bu mektubunda Hüseyin Paşa`dan 100 siyah altın istiyor. Aslında bu 100 siyah asker şifredir tabi ki. Halit Bey burada Hüseyin Paşa`dan 100 iyi Kürt savaşçısı, 100 süvari istiyor ki gelip onu Türk askerlerinin elinden kurtarsınlar. Fakat Hüseyin Paşa bu şifreyi anlamıyor, o Halit Bey`e 100 altın gönderiyor. Bu 100 altın kâsesi Halit Bey`e verildiğinde o bu altınları alıp fırlatıyor. Halit Bey, “ benim altına ihtiyacım yoktu, o benim ne istediğimi biliyordu” diyor. 

Askerler Halit Bey`ı Haydaran aşiretinin topraklarından götürüyorlar. Haydaranların büyükleri isteseydiler Halit Bey`ı kaçırabilirlerdi, onlar bunu istemediler, bu konuda gevşeklik gösterdiler.

Son yıllarda Patnos`a gidip Alaadin Esin`e misafir oldum. Hüseyin Paşa`nın oğlu Nadir Bey`de bulunduğum eve geldi, biz sohbet ederken, ben Nadir Bey` Halit Cibran`ın meselesini sordum. Nadir Bey bana, “ doğrudur Halit Bey daha önce ittifak kurmak için Hüseyin Paşa`ya bir mektup göndermişti, fakat tutuklandıktan sonra Hüseyin Paşa`ya herhangi bir mektup göndermedi”, dedi.
Yani Halit Bey henüz tutuklanmadan Hüseyin Paşa`ya bir mektup göndermiş ve yeni Türk yönetiminden Kürtlerin haklarını almak, Kürdistan`ı kurtarmak için onun da kendileri ile birlikte hareket etmelerini istemiştir. Fakat Hüseyin Paşa bu işlere bulaşmak istememiştir. Çünkü o zaman Türk Hükümeti ona paşalık rütbesi vermişti.

Hüseyin Paşa`nın oğlu Nadir Bey bana şöyle bir şey anlattı: “ biz bir gün Ahlât`tan gelirken, askerlerin bir fayton ile Ahlât`tan Bitlis`e doğru gittiklerini gördük. Yerde biraz karda vardı. Biz bu durumdan biraz şüphelendik. Çünkü bu vakit de askerlerin fayton ile Ahlât`tan Bitlis`e doğru gitmeleri normal değildi. Herhalde bir devlet büyüğü fayton`un içindedir, askerler onu Bitlis`e götürüyorlardır diye düşündük. Daha sonra sağdan soldan bu fayton`un ne olduğunun, içinde kimin olduğunu sorduk. Aldığımız bilgi sonucu bu fayton`un içinde Halit Bey`ın olduğunu duyduk. Meğer askerler bu fayton ile Halit Bey`ı Bitlis`e götürüyorlarmış. O zaman fayton`un önünü çevirip Halit Bey`ı kurtarmadığımıza pişman olduk tabi ki, ama ne yazık ki iş işten geçmişti. Askerlerden fayton`un içinde kimin olduğunu sorabilirdik. Askerleri de rahatlıkla teslim alıp Halit Bey`ı kurtarabilirdik.

Miralay Cibranlı Halit Bey (Xalid Begê Cibirî) 14.04.1925`te Bitlis`de kurşuna dizilerek öldürüldü. Yusuf Ziya Bey aynı tarihte Bitlis`de asıldı. Fakat Halit Bey asker olduğu için kurşuna dizildi.
Orada birisi Halit Bey için şu şiiri yazıyor:

Mîrêm tu rabe sere xwe hilde
Serê me Kurdan bi te bilinde
Ne wexta te bû, tu çûbû gorê
Te Kurd hiştin ber vê zilm û zorê

 Kör Hüseyin Paşa`nın öldürülmesi

Abdülhamit döneminde Hüseyin Paşa`nın Abdullah Bey adında bir oğlu varmış. Bu Abdullah Bey Osmanlılar ile İran arasındaki bir savaşta öldürülüyor. Abdullah Bey bir gün babasına, “ Vallahi Paşa sen bunlar ile ne kadar dostluk yaparsan yap, bunlara ne kadar hizmet edersen et, bunlar bir gün senin keleni alacaklar, seni ortadan kaldıracaklar” diyor.
Daha sonra Abdullah Bey`ın söyledikleri oluyor. Hüseyin Paşa`nın kelesi onlar tarafından kesildi.

Şeyh Sait`ın yakalanmasından sonra Kör Hüseyin Paşa Haydari, Medenî Hecî Musa Begê Xuytî gibi bazı Kürt önderleri İran`a geçiyorlar. Bunlar burada Barzani ailesi ile birlikte bir örgüt kuruyorlar. Bu örgüt bir program, tüzük, raporlar ve bildiriler hazırlıyor. Hüseyin Paşa ve arkadaşları bu belgeleri uluslararası kurumlara iletmek amacı ile Kuzey Kürdistan`a getirip burada muhtarlara ve Kürt toplumunun beli başlı, bilinen, tanınan önderlerine imzalatmak amacı ile ülkeye giriş yapıyorlar. Onlar bunun ile bu topraklarda Kürt diye bir milletin yaşadığını, bu toprakların Kürdistan olduğunu dünya kamuoyuna göstermek istiyorlar. Bunun için Kör Hüseyin Paşa`ya görev veriliyor. Hüseyin Paşa arkadaşlarına, “ bana 10 tane süvari verin, ama mutlaka Medeni`de benim ile gelsin” diyor.
Medeni hem Hüseyin Paşa`nın eniştesi idi hem de çok iyi bir silahşor idi. Bu yüzden Hüseyin Paşa mutlaka Medeni`nin kendisi ile gitmesini istiyor.

Hüseyin Paşa yanındakiler ile Güney Kürdistan (Irak)`tan çıkıp Kuzey Kürdistan`a doğru yola çıkınca, Türk Devlet yetkilileri Hüseyin Paşa`nın ülkeye girip siyasi faaliyetler sürdüreceğinden haberdar oluyorlar.  Bunun üzerine yetkililer hemen Hüseyin Paşa`nın kellesine ödül koyan bir kararname yayınlıyorlar. Bu kararnameye göre hem Hüseyin Paşa`nın kafasını kesip getiren af ediliyor hem de ona para ödülü vaat ediliyor. Hüseyin Paşa yanındakiler ile birlikte Ağrı, Patnos ve çevresinde gezip siyasi faaliyetlerini sürdürüyor.  Bu arada Medeni`de Hüseyin Paşa`nın başına konan ödül fermanından haberdar oluyor.  Medeni bir gün Hüseyin Paşa namaz kılarken onun kafasını kesip bütün yazı ve belgeler ile götürüp Ağrı kaymakamına teslim ediyor. O zaman ağrı henüz il değildi, ilçe idi.
Tabi Medeni Hüseyin Paşa`nın kafasını ve bütün bildiriler ve belgeler ile devlete teslim edince, kendisine 1000 pangonot para veriliyor ve af ediliyor.

Binbaşı Kasım

Ne yazık ki Kürtler` in içinden de Binbaşı Kasım gibi ihanet edenler çıkmıştır. Binbaşı Kasım Cibran aşiretinin Suwêr ailesinden idi, ama o Kürtler`e çok zarar verdi. Binbaşı Kasım Şeyh Sait`i yakalattıktan sonra, devlet onu da Aydın`ın Söke ilçesine sürgün ediyor.  Kasım bir süre Söke`de yaşadıktan sonra bir gün Söke`den Ankara`ya gidiyor. O Ankara`da kendisine bir görev yani bir makam verilmesi için Mustafa Kemal`ın makamına gidiyor. Dairede gelen giden misafirler ile ilgilenen görevliler, Kasım`a ne için geldiğini soruyorlar. Kasım, “ ben devletimize çok hizmet ettim, şimdi hizmetlerimin karşılığı olarak devletimin bana iş vermesini talep ediyorum” diyor.
Görevliler gidip Kasım`ın talebini Mustafa Kemal`a aktzariyorlar.
Mustafa Kemal buna karşılık adamlarına, “ sağ salim olduğunu, hayatta olduğunu biliyoruz yeter. Kendi milletine bu kadar kötülük yapan, kendi milletine ihanet eden birinden bize herhangi bir fayda gelmez. Söyleyin dönüp evine gitsin”.
Mustafa Kemal`ın ona yaptığı bu muameleden sonra Kasım artık kendi milletine ne kadar büyük kötülükler yaptığının farkına varıyor, ama iş işten geçiyor. Kasım boynunu büküp oradan çıkıyor.


Yado ve Sehdine Telha

1925`te Şeyh Sait ve arkadaşlarından tutuklananlardan bazıları idam edildiler, bazıları ağır cezalara çarptırıldılar, bazıları sürgün edildiler. Ele geçmeyenlerden ise bazıları Irak, Suriye ve İran`a geçtiler, önemli bir kısmı da Kürdistan`ın dağlarına sığındılar. Onlar askerlerden ve milislerden korunmak için dağlarda, mağaralarda, ağaç kovuklarında saklandılar. Onların önemli bir kısmı 1926`de toplanıp birlikte hattın altına (Suriye)`ye gittiler. Bu kafilede Çanlı Şeyh Mustafa, Yado, Heseni Begun, Sediye Telhoyi,  Ehmed Beg, Xelîl Efendi, Hesenê Cafer Ağa, Mala Muhacîn Ağa û Evdila Beg vardılar.
O yıllarda Kürtler Lübnan`da bir örgüt kuruyorlar. Yado, Sehdine Telha ve diğer bazıları da bu örgüte üye oluyorlar. Zaten Sadi Bey daha sonra bu faaliyetlerinden dolayı Sivas `ta idam ediliyor.

Sehdine Telha ve Yado çok iyi iki arkadaş idiler, onlar hem Suriye`de hem de Kürdistan`ın dağlarında uzun bir süre birlikte kalıyorlar. Yado çok değerli, mert, cesur ve yiğit bir insandı ama ne yazık ki namert bir tuzak ile öldürülüyor. Bugüne kadar da Yado`nun nasıl öldürüldüğü tam olarak bilinmiyor. Bu konuda çok fazla efsane var, çok değişik anlatımlar var.
Bir gün Bingöl`lü avukat Sait Bozgan bize Yado`nun nasıl öldürüldüğünü anlattı. Onun anlattığına göre, kendisi bir gün bir dava için Mistan – Botan köyleri çıvarındaki Tavis Dağına doğru gidiyor. Buranın köylüleri Sait Bozgan`a Yado`nun öldürülmesini anlatıyorlar.

Köylülerin Sait Bozgan`a anlattıklarına göre olay şöyle oluyor:

Qurnel köyünde Yado`nun eşi Teli öldürüldüğü zaman, burada Yado`nun çok arkadaşı da öldürülüyor. Sonunda o yalnız kalıyor ve mermileri de bitiyor. Yado buradan bir küçük köye (Mezra) gidip daha önceden tanıdığı birinin evine gidiyor. Ev sahibi Yado`nun iyi bir dostudur, Yado`yu çok iyi ağırlıyor, ona hem kendi evindeki mermileri hem de komşulardan tedarik ettiği mermileri Yado`ya veriyor.
Yado yemek yiyip biraz dinlendikten sonra, ev sahibinin kendisine tedarik ettiği mermileri ve azığı alıp yola düşüyor. Yado buranın askerler tarafından sarıldığını bildiğinden bir an önce buradan uzaklaşıp dağlardaki diğer gruplar ile iletişim kurmak istiyor.  O bir an önce bu bölgeyi terk etmesi gerektiğini biliyor.  Yado çıkıp gitmek istediğinde ev sahibi oğluna, “ oğlum Yadin Paşa bu bölgeyi iyi tanımıyor, sen onun ile birlikte git, onu köyün berisindeki ormanlık alandan geçir, ona gideceği yolu tarif edip, öyle gel” diyor.
Yado ile adamın oğlu yola çıkıp gidiyorlar. Onlar epey gittikten sonra, adamın oğlu mahsus biraz arkada kalıyor ve arkadan Yado`ya sıkıp onu orada öldürüyor. Yado`nun öldürülmesinin nedeni yine paradır. Çünkü o zaman ki hükümet Yado`nun başına ödül koymuştu. Yayınlanan askeri bildiriye göre, Yado`yu öldürüp onun başını getirene para verilecekti.
Adamın oğlu Yado`ya kurşun sıkınca adam silahın sesini duyuyor ve hemen de oğlunun Yado`yu öldürdüğünü tahmin ediyor. Genç dönüp eve gelince, adam “oğlum ben bir silah sesi duydum, olmaya ki sen Yado`yu sen devletin vaat ettiği birkaç kuruş için, dünyanın malı mülkü için Yado`yu öldüresin” diyor. Genç babasına, “ hayır baba, ben nasıl devletin vereceği birkaç kuruş için Yado`yu öldürür müyüm, ormanda önüme bir kurt çıktı, ona ateş ettim, sen o sesi duymuşsun” diyor.
Fakat diğer gün bu adam gidip o ormanda Yado`nun cesedini görünce oğlunun Yado´` yu öldürdüğünden emin oluyor.
Ne yazık ki bu efsane Kürt kahramanı bir kaş kuruş para için kalleşçe Kürtler tarafından öldürüldü.

Sehdine Telha daha sonra Hattın Altından (Suriye) den Hattın Üstüne (Kuzey Kürdistan) a geliyor. O kendisi ile birlikte “Xoybûn” örgütünün bildirilerini getirip ülkede dağıtıyor. Sedi oradan bir at kamçısı da birlikte getiriyor. Bu kamçının üzerinde “ Xoybûn” yazısı yazılı imiş. Sedi`nın Ermeni olan, Baro adlı bir hizmetçisi vardı. Şimdi de o “Baroyê File- Hıristiyan Baro” olarak tanınıyor.
Bu Baro alacağına karşılık Hacı Yusuf Solaği´ nın bir atını alıp götürüyor. Bunun üzerine Sedi`nin yeğeni Reşit Ağa adamları ile birlikte Baro`nun peşine düşüp, onu yakalayarak atı ondan geri alıyor.
Baro`da bu kızgınlığından gidip Sedi`yi şikâyet ediyor.  Devlet Bingöl`den Sedi`nin köyü Azizan`a çok miktarda asker gönderiyor. Askerler Azizan köyünün etrafını sarıp, yüksek bir yerden Sedi`nin evini dürbün ile izliyorlar.
Bu arada askerler Sedi`nin evinden bir kadının çıkıp köyün dışında bir tarlaya gittiğini ve eteğinden bir şey çıkarıp bir taşın altına koyduğunu, görüyor.
Demiyorsun Sedi`nin kaynanası “Xoybûn”`nun bildirilerini ve o kamçıyı götürüp köyün dışındaki bir tarlada bir taşın altına koyuyor.

Askerler Azizan köyünü ve Sedi`nin evini basıp arama yapıyorlar. Tabi ki bu arada gidip o tarlada taşın altındaki o bildirileri ve kamçıyı bulup çıkarıyorlar.
Sedi Hattın Altından ilk geldiğinde af yasası kapsamına giriyor, fakat bu belgelerden ve kamçıdan dolayı o tekrara tutuklanıyor ve Erzurum’a götürülüyor. Sediye telhoyo bu şekilde 3 – 4 defa tutuklanıp Erzurum`a gönderiliyor, fakat her seferinde bir süre sonra serbest bırakılıyor.
En son kendisinde “Hoybun” nun bildirileri ve müdürü yakalanınca Erzurum götürülüyor. Daha sonra Ankara’ da yargılanıyor. Ankara’ da ki mahkeme Sadi`ye idam cezası verdi fakat bu cezayı infaz etmedi, ömür boyu hapis cezasına çevirdi. Sadi cezasının önemli bir kısmını çektikten sonra, geri kalanını Sivas’ ta açık cezaevinde çekerken, Sivas’ a İsmet İnönü geliyor. İnönü Cezaevinde Sehdin’ ı Kürt kıyafetleri ile görünce , “ bu kim?” diye cezaevi yetkililerine soruyor. Cezaevi yetkilileri onun kim olduğunu İnönü’ ye anlatıyorlar. Bunun üzerine, “asın bu iti” diyor. Sadi 1942`de Sivas`da idam edildi.  

Babam Mehmet Reşit Ağa

Şeyh Sait hareketi döneminde bizim aileden 17 kişi öldürüldü. Bunlardan 5–6 kişi çatışmalarda öldürüldü, diğerleri idam edildi. Suwêr ailesinden 33 kişi öldürüldü. Bu katliam da en çok Cibran aşiretinden insan katl edildi. Şeyh Sait ve arkadaşları Diyarbakır`da idam edildiler, ama Elazığ ve Hınıs`da da idamlar oldu.
Şeyh Sait ve arkadaşları 15.04.1925 yılında Varto yakınındaki Abdurrahman Paşa köprüsünde yakalandıktan sonra 29.06.1925 yılında Diyarbakır`da idam edildiler. Benim babam Mehmet Reşit burada yargılanıyor. Binbaşı Kasım`ın da Mehmet Reşit adında bir kardeşi vardı.
Devlet Kasım`a kardeşini af edeceğine dair söz vermişti. Mahkeme başkanı, “Ahmet oğlu Mehmet Reşit kim” diye seslenince, benim babam “ Mehmet Reşit benim” diye ayağa kalkıyor. Bunun üzerine mahkeme babamı serbest bırakıyor. Daha sonra Kasım mahkeme hâkimi Süreyya Bey`e bir mektup göndererek, serbest bırakılan Mehmet Reşit`ın kendi kardeşi olmadığını, bir yanlışlık olduğunu, belirtiyor. Fakat hâkim Süreyya Bey, “ biz bir defa karar verdik, artık kararımızı geri alamayız” diyor.
Babam böylece tesadüfen serbest bırakılıyor.
Mahkeme heyeti daha sonra babamın dosyasını inceliyor. Bu dosyada babamın komutan olduğu ve birçok cephede savaştığı tespit ediliyor. Fakat mahkeme bir defa karar verdiğinden, artık kararını geri alamıyor. Kasım`ın kardeşi de bir hafta sonra serbest bırakılıyor.
Babam Mehmet Reşit Elazığ` da mecburu iskâna tabi tutuluyor. Elazığ`da yaşamak zorunda kalan babam, burada hastalanıyor. Babam son altı ayını yatakta geçirmek zorunda kaldığı bir hastalıktan 1927`de Elazığ`da ölüyor ve Elazığ`da toprağa veriliyor. Babamın mezarı hala Elazığ`da dır, bazen gidip babamın mezarını ziyaret ediyorum.

Şeyh Sait ve arkadaşları Abdurrahman Paşa köprüsünde yakalandıkları zaman amcam Ali ve Necmettin ve onların amcalarının oğlu Mehmet Evdo Bey`de orada idiler. Fakat onların yaşları çok küçük olduğundan, onları yakalayan askeri komutan bu çocuklara, “siz evlerinize gidin, zaten sizin yaşınız küçük, size ceza veremeyiz”, diyor. Bunun üzerine onlar oradan ayrılıp Oğnut köyüne geliyorlar. O zaman buralardaki askeri yetkili Osman Nuri Paşa imiş. Bilindiği gibi hareketin yenilgisinden sonra asker bütün köyleri tarayıp silah ve adam toplamaya başlamış. Tabi ki milisler askerlerin önüne düşüp onları köy köy dolaştırıyorlardı. Bu bölgenin milisleri daha çok Hormek aşiretinden idiler. Hormek aşiretinin milisleri ve nahiye müdürü bizim eve gelip neneme, “ bu çocukları alıp götürüp devlete teslim edeceğiz, zaten yaşları küçük olduğundan, onlar serbest bırakılacaklar ve serbest bırakıldıktan sonra dönüp köye gelebilirler. Artık burada serbest yaşayabilirler” diyorlar.
Çok zamanlardan bizim ile Hormek aşireti arasında problemler vardı. Çünkü daha önce Hormeklı Selim Ağa, Şerif Amca tarafından öldürülmüştü. Şerif`ın mezarı Karakocan`ın Sarıcan köyündedir.
Eskiden kalma bu düşmanlık yüzünden Hormeklı milisler Ali ve Necmettin kardeşleri, onların amcalarının oğlu Mehmet Evdo`yı ve komşumuz Şeho`yı birlikte götürüp yolda öldürüyorlar.

Annem diyordu, “baban hasta yatağında iken, bu öldürülen 4 çocuk için aşağıdaki klamı söylüyordu”.

Neman neman, neman, neman
Neman sibê ezê li dîyarê Oxnutê ketim
Ji dilê min û te ra li keşan ha li quruşan
Elê xwedê tuyê kulê mala firqa Osman Paşa
Çawa îro dîsa destê berxê mala Xelîl girêdane
Kirîye pêşîya mîlîsên Hormekîyan

Eman, neman, neman, neman, neman
Eman, neman, neman, neman, neman
Eman, neman, neman, neman, neman
Eman, neman, çi bikim bêkesî çetine

M. Şerif Fırat ve „Varto Tarihi“ isimli kitabı

Şimdi M. Şerif Fırat`ın yazdığı  „Varto Tarihi“ isimli kitabı hikâyesinden bahs etmek istiyorum. M. Şerif Fırat bu kitabında Kürtleri Türk olarak gösteriyor. O bu kitabı menfaat, mevki ve makam için yazdı. 1925 hareketi esnasında Hormek aşiretinden M. Şerif Fırat burada yani Karlıova`da kâtip idi,  , Haydar Dikmen (Heyderê Zeynel Efendiye Tehlê) Muş`ta valinin sekreteri, Mehmet Halit Varto`da nüfus dairesinde memur, Selim Ağa`nın oğlu Haydar Varto`da gardiyan idi.
Hormeklı Selim Ağa ile Şerif Amca üzerine çok klam söylenmiştir.
Aşağı yukarı 1933` de Hormek`lilerin bir adamı Beritan aşiretinin mensupları tarafından öldürüldü. Bundan dolayı Beritan aşiretinden Hacı Zülfü, Yusuf Hacı Ali ve Yusuf Hacı Mehmet tutuklanıp Muş ceza evine konuldular. Aynı yıllarda komandolar köyleri basıp, silah topladılar. O zaman Abdullah Musa isimli bir Hormek`li vardı. Bu adam Pircan köyünde yaşıyordu, o çok cesur, Yiğit, akıllı bir adamdı, onun kahramanlığı aşiretler arasında nam salmıştı.  Beritan`lı lar bu Abdullah Musa`ya para verdiler, o da gidip Hormek Ağa`ları devlete şikâyet etti. Abdullah Hormek Ağaları için, “ bunların Ruslar ile ilişkileri var, bunlar vatan hainidirler, bunlar Alevicilik yapıyorlar ” v.s gibi suçlamalar yapmıştı.
Devlet yukarıda adlarını saydığım bütün bu Hormel`lileri işten attı ve onları hain ilan etti. Bu insanlar hayatlarının sonuna kadar devlet görevlisi olamama cezası aldılar. Yani kamu hakları ellerinden alındı. Mehmet Şerif Fırat dâhil bu Hormek`liler kamu hizmetlerinden men cezası alınca, o kurnazlık yapıp tekrar devletin gözüne girebilmek, tekrara bir devlet dairesinde görev alabilmek için bu kitabı yazdı.
Şu anda piyasada olan, okuduğunuz kitap, kitab’ ın orijinali değildir. Kitap 2–3 defa değiştirilmiştir.  Bir defa Gürsel Paşa’ nın yazdığı bir önsöz ile onun tarafından yayınlatılıp dağıtılmıştır, bir defa Kenan Evren tarafından yayınlatırılmış, bir defa da kendi oğlu tarafından yayınlatır ılımıştır.
Kitabın önsözünde, güya Mehmet Şerif Kürtler Türk tür dediği için Kürtler tarafından öldürülmüştür. Hata burada, “ Bu vatanperver insanın mezarının bile nerede olduğu bilinmiyor” gibi bir ibare var.
Hâlbuki bunlar doğru değildir. Mehmet Şerif’ ın öldürülmesinin Kürtlük ile bir ilgisi yoktur, ayrıca mezarı da belidir.
Mehmet Şerif Fırat’ ın öldürülmesi ise şöyle olmuştur:
Mehmet Şerif’ ın Halil Ağa ( Xeloye İbrahim’e Tehle Hormekiyan), bir amcası vardır. Halkın anlattığına göre Halil Ağa çok cesur ve mert bir insanmış, aşiretçiliğin hüküm sürdüğü dönemde bölgede çok tanınan, sayılan bir insanmış. O dönemde Hormek Aşiretinin Fero Ailesi (Mala Fero) kolunun önderliğini Halil Ağa yapıyordu. M.Şerif’ ın babası öldüğünde Halil Ağa onun eşini nikâhlıyor.
Son yıllarda M.Şerif’ ın durumu iyi idi, Halil Ağa ise artık yaşlanmıştı, perişan bir durumda idi, kimi kimsesi, kendisine sahiplik yapabilecek çocukları da yoktu. M.Şerif annesini amcasından geri aldı ve birkaç defada onu dövdü. Hatta söylenenlere göre o bir defa amcasını dövmüş ve onu götürüp atlarının tablasında bağlamış.
Halil Ağa yeğeninin bu yaptıklarına çok içerlemiş. Zaten ona bu yapılanlar bütün memleket de yayılıyor. Halil Ağa çok tartmış, biçmiş, bu durumdan kurtulmak için yeğeninin öldürmekten başka bir çare bulamamış.
Zaten kendisi çok yoksul düştüğünden bir şeyi yokmuş. O gidip bir komşusundan ( Bu komşunun adını biliyorum, fakat açıklamak istemiyorum)   Rus beşlisi silahını alıyor. Halil Ağa gidip köyün girişinde M.Şerif’ ı bekliyor, o köye gelince orada onu vurup öldürüyor. Mehmet Şerif Fırat böyle öldürülüyor, yani mili mesele ile Kürtler ile hiçbir ilgisi yoktur.

 Seyit Rıza

Burada Hasan Cafer Ağa`nın Seyit Rıza için anlattığı bir şeyi iletmek istiyorum. Hasan Cafer Ağa Şorik köyünden idi, o 1929 genel affında iki kardeşi ile birlikte devlete teslim olmuştu. Onun iki kardeşi af olunmuştu, fakat kendisi Elazığ`a sürgün edilmiş, orada mecburi iskâna tabi tutulmuştu. O Elazığ iken devlet Seyit Seyit Rıza`yı da Elazığ`a getirtiyor. Bir gün bölgenin umum müfettişi Abdullah Paşa
 (Alpdoğan) Hasan Cafer Ağa`ya haber salıyor ve ona, “ git Seyit Rıza`ya söyle gidip Dersim` de sükûneti temin etsin, o mal –mülk ne isterse ona veririz. Gitsin Dersim`lileri ikna etsin ki onlar devlete başkaldırmasınlar, silahlarını getirip teslim etsinler”, diyor.
Hasan Ağa Seyit Rıza`nın yanına gidip, Abdullah Alpdoğan`ın istemlerini ona anlatıyor. Seyit Rıza Hasan Cafer Ağa`y a dönüp, “ Hasan Ağa seni çok sevdiğimi biliyorsun, fakat sen hiç tarihte Türk ve Kürtlerin kardeş olduklarına, dost olduklarına şahit oldun mu? Sen Türk Devletinin verdiği sözlere güven olamayacağını, ona bel bağlanamayacağını, onların bahtlarının olmadığını, onların sözlerini tutmadığını bilmiyormuşsun? Vallahi ben gidip Dersimsilere gelin teslim olun, silahlarınızı getirip teslim edin, diyemem. Çünkü biliyorum ki devlet güçleri daha sonra gidip silahsız Dersim halkını katliamdan geçireceklerdir.  Ben böyle bir günah işleyemem. Sonra Dersim halkı, Seyit Rıza kendi menfaati için bizim katlimize sebep oldu der”, diyor.
Hasan Cafer Ağa gidip Seyit Rıza ile aralarında geçen bu konuşmayı olduğu gibi Abdullah Alpdoğan`a aktarıyor. Seyit Rıza`nın daha sonra nasıl asıldığını biliyorsunuz. O da ülkemiz ve halkımız için büyük hizmetler de bulundu.
Filit@gmx.de

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

@templatesyard