YÜZENADA’NIN İNANILMAZ HİKÂYESİ "alinti"

YÜZENADA’NIN İNANILMAZ HİKÂYESİ







Henüz ilkokula başlamadığım yıllarda başlamıştı Yüzenada merakım. Ancak “Golle Kulıng” diye bildiğimiz o küçük gölün üzerinde yüzen adacıklar değildi kafamı meşgul eden. Merakımın asıl nedeni; adını o küçük gölden alan o birkaç hanelik küçük köy ve orada yaşayan teyzemle kuzenlerimdi.



Bir keresinde kayınvalidesiyle kavga etmiş rahmetli teyzem, babaevi yerine bize gelmişti. Kaynanasının kendisine uyguladığı mobbingden çok çekmiş olan rahmetli teyzemin rahatlamak amacıyla anlattıklarını annem can kulağıyla dinlerken ben onun çektiği çilelerle pek ilgilenmiyor, ikide bir lafa karışarak o ilginç göl hakkında anlattıklarını tekrar ettirmekle meşguldüm. Kulıngın bir kuş türü olduğunu, bu kuşun o tabiat harikası göle her yılın belli dönemlerinde göçmen olarak ziyarete geldiğini duymuştum. Gölün adını o kuştan aldığını söylüyorlardı teyzem ile anacağızım.
Yörede Golle Kulıng diye bilinen müstesna tabiat varlığımız olan Yüzenadamız, o yıllarda henüz tespit ve tescil edilmemişti. Ancak bu esrarengiz göl hakkında garip iddialar ortalıkta uçuşup duruyordu. Doğruluğunu hiçbir zaman teyit edemediğim bu denli ilginç hikâyelerden birini annemden dinleyince göl hakkındaki merakım katlanmıştı. Çok sevdiğim teyzeme ev sahipliği yapan Golle Kulınga gitmeli ve göldeki o kuşu görmeliydim. Fakat anlatılanlar da korkutuyordu beni. Dipsizmiş o göl. Sonsuz bir derinlikten bahsediyorlardı insanlar. Üzerinde o yıllarda yüzen o ilginç adacıklar henüz oluşmamışlar mıydı yoksa insanlar için bir şey mi ifade etmiyorlardı bilmiyorum. Yüzen adacıklarından hiç söz edilmiyordu. Anlaşılan o yıllarda bu küçük adacıkların göle ve gölün bulunduğu yöreye değer kattığı hususu yörede yaşayan insanlar tarafından henüz fark edilmemişti. Fark edebilecek eğitim ve kültür seviyesine ulaşabilmiş insanların ise yolu düşmüyordu bu ücra köşedeki tabiat harikasına.
Golle Kulıngın yüzen adaları fark edilmese de göl hakkında bir birinden ilginç ifadeler dilden dile dolaşır olmuştu. Bir kere yöre insanı bu gölün dipsiz olduğuna inanıyordu. Ellerine geçirdikleri en uzun sırık ve değneklerle yaptıkları derinlik ölçme denemeleri başarılı olmayınca bu sonuca ulaşıyorlardı garibim insanlar. En büyük korkuları çevrede otlayan hayvanlarının batıp kaybolmalarıydı. Hepsinden daha ilginç olan iddia ise inanılır gibi değildi. Güya “Golle Kulıng’in bir ikiz kardeşi varmış, adı da Golle Arzeng imiş. Bu iki göl bir birinden onlarca kilometre uzakta olmasına rağmen yerin oldukça derin bir kısmında birine bağlanmışlardı. Anlatılanlara göre; zamanın birinde Golle Kulıng Köyünde oturan bir çiftçi vatandaş boyunduruğunu(nirı) tamir etmek amacıyla bu göle atmış. Çift sürülürken öküzlerin birlikte hareket etmelerini sağlamak amacıyla iki ucu öküzlerin boynuna, ortası sabana bağlanan uzun ağaca Anadolu’da boyunduruk, yöremizde konuşulan dil olan Zazacada ise nirı denir. Malum; suya atılan ağaç emvali şeyler bir süre sonra yumuşar ve şişer. Böylece de üzerinde gereken tamiratlar ve değişiklikler daha kolay yapılabilir. Bizim dalgın çiftçi vatandaşımız göle attığı ağaç boyunduruğu zamanında çıkarmayı unutmuş. Uzun bir süre sonra boyunduruğunu tamir etmek için almaya gitmişse de onu orada bulamamış. Aklına gelen şey, ya birilerinin çalıp götürdüğü ya da şişen ve ağırlaşan boyunduruğun dipsiz gölün derinliğinde batıp kaybolduğudur.
Gel zaman git zaman Murat Nehrinin diğer tarafında bulunan Dijnik Köyü civarındaki Arzeng Gölünde sahibi olmayan bir boyunduruğun su yüzüne çıktığı hususu dilden dile dolaşarak bizim dalgın çiftçinin kulağına kadar gelmiş. Merakını dizginleyemeyen çiftçi yola koyulmuş saatler süren bir yolculuktan sonra varmış Arzeng Gölüne. Göl civarında yaşayanların çıkardıkları sahipsiz boyunduruğa bakar bakmaz şaşkınlıktan dilini yutmuş; gördüklerine inanamamış bizim şaşkın çiftçi. “Aman Allahım! Benim boyunduruk buraya kadar kim ya da kimler getirmiş olabilir” diye söylenmiş durmuş. Önüne konan boyunduruk kendisinin yaptığı, çattığı boyunduruğun ta kendisiydi. Üzerindeki her çivi, her işlemeyi kendi elleriyle yaptığından emindi. Ama anlayamadığı şey bu boyunduruğun onlarca kilometre uzakta bulunan bir başka göle nasıl ulaşabildiğiydi. Başına gelen o ilginç olayı herkese tüm çıplaklığıyla anlatmış. Dinleyenler farklı şekilde yorumlamışlar o ilginç olayı. Bu farklı yorumların ortak yönü her iki gölün yer altından birleştikleriydi.
Anlatılan olay bu gün için bana kurgu gibi geliyor olsa da o gün için ilginç, heyecanlı ve inandırıcı gelmişti. Duyduklarımı o çok bilindik Bingöl efsaneleriyle birleştirince Yüzenada’nın hikâyesi daha da anlam kazanıyordu körpecik beynimde. Her Bingöllünün ezberindeki efsanelerden söz ediyorum. Hani anlatırlar ya: “Bir avcı, bir kuş vurmuş, onu gölde temizlerken, kuş canlanmış ve göle dalıp kaybolmuş. Gölün ab-ı hayat kaynağı olduğu meydana çıkmış. Bu sır meydana çıkınca Allah’ın emriyle bin parçaya bölünmüş ve hangisinin ab-ı hayat kaynağı olduğu bilinmez olmuş. “Ya bir diğer ilginç efsaneye ne denmeli: “ Bingöl bölgesinde savaşmakta olan iki ordudan birinde su sıkıntısı başlar. Bir kolu su bulmak için dağlara çıkar ve güzel bir su bulup içerler. Fakat bir dahaki sefere kolay bulunması için de suyun yanına bezden bir işaret koyarlar. Birliklerine dönen askerlerin yerine diğer bir kol su içmek için dağlara tırmanmaya başlar. Başlarındaki komutan bir tepeye çıkıp da yüzlerce gölü aynı anda görünce, hayretini şöyle ifade eder. Burası bir göl değil, bin göl ve böylece o savaşın yapıldığı bölgedeki şehrin adı Bingöl olarak söylenilmeye başlar.”  Bu iki ilginç efsaneyi hatırladıktan sonra Golle Kulıng (Yüzenada) için söylenenlere neden inanmayalım ki? Solhanlı genç araştırmacıların bu ilginç efsaneyi araştırarak geliştirmelerinin yöremiz kültürü için önem arz ettiğini düşünüyorum.

Solhan Net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

@templatesyard