Bir adam vardı. Suda, onu arıyordu. Suya üç kulaç, beş kulaç attı. Onu bulamadı. On kulaç, on beş kulaç attı. Gene onu bulamadı.
Sonra suyun derinliklerinde kara kaya tabakalarına rastladı. Yelse düştü, gücü sona erdi Ve onu bulmaktan ümidini kesti.
Henüz çok gençken, bir karar almıştı. Her zaman dürüst davranacak, iyilikten vazgeçmeyecek ve birilerinin onu itip kalkmasına izin vermeyeceğine ilişkin kendi kendine söz vermişti.
Birçoğumuz böyle kararlar alırız, ama onlardan kolaylıkla vazgeçeriz. O kararına sadık kaldı. Başkaları kendisine şiddet gösterse de hiçbir zaman şiddetle yanıt vermeyecekti. Gerçeğe ve şiddet karşıtı davranışlara inancı, adaletsizliğe direnme kararlığı, onu ruhsal olarak güçlendirdi.
Ama bir sözü yerine getiremedi. Hayatı boyunca o sözü yerine getirememenin vicdan azabıyla yaşadı ve on yıllarca sonra o vicdan azabı, O’nun hayatına kastetmesiyle son buldu.
Saré Gelin gençliğinin baharındaydı. Evliliğinin ilk yılları Türkiye’nin zor zamanlarına denk gelmişti. 1925’de Kendi köylülerinin de katıldığı Şeyh Sait hareketi bastırılmış ve devlet güçleri köy, dere, bayır demeden mahkum diye nitelendirilen direniş güçlerini arıyordu.
O gün, köy pınarından su almak için evden çıktı. Köyde dikkati çeker bir sessizlik vardı, köy meydanına geldiğinde bir grup askerle karşılaştı. Bir asker sert komutla “erkekler nerde?” diye bağırdı, Saré gelin şaşkın bir halde “daha kimse kaldı mı? Kimini idam etiniz, kimini öldürdünüz, kimi kayıp, kimileri de dağlara sığınmış. Daha ne istiyorsunuz?” diye aynı sertlikte cevap verdi.
Olanları geri plandan izleyen komutan gözdağı vermek amacıyla, “bak hele! Nasıl da cevap veriyor” diyerek “tutuklayın” emri verir. Tutuklamak için yaklaşan askerler, Saré’nin sert direnişiyle karşılaştılar.
Komutan bir hata yaptığını anlamıştı, vicdanının onu rahatsız ettiği her halinden beliydi. Yanı başında halkla arasında tercümanlık yapsın diye çağırdığı O vardı.
Gözlerinin önünde meydana gelen bu insanlık dışı olaya sessiz kalamazdı, askerlerden Saré’ yi bırakmalarını istedi. Askerler komutana bakıyorlardı, komutana yöneldi, Saré’yı bıraktırması için ısrarcı oldu. Komutan suskundu, bir müddet sonra askerlere köyden çekilme emri verdi, Saré gelin de yanlarındaydı. O, kararlıydı Saré’ yi yalnız bırakmayacak ve onu kurtaracaktı.
Batıya doğru saatlerce yol aldılar. O, Yolculuk boyunca Saré’nın bırakılması için ısrarcı oldu, komutanın davranışlarından umutlanmış Saréyle birlikte döneceklerine inanmıştı. Nihayet Guleman bölgesi Murat ırmağı kıyısında mola verdiler. Yol yorgunluğu ve içinde bulunduğu psikolojik halden bitap düşen Saré gelin elleri bağlı saçları dağılmış bir halde önce gökyüzüne sonra dağlara baktı, İlkbahar çimenlerinin sesini dinledi ve coğrafyanın tarihiyle yaşıt olan asil nehir Murat nehrinin akışını izledi. Murat yine asabiydi yatağına sığmıyordu. O! ne acılar görmüştü, bir acıya daha imza atacaktı.
Saré gelin, bir ceylan hızıyla yerinden fırladı Murat’a doğru koştu. Ortalık dur! Sesleriyle inlemeye başladı. Komutan “sakın vurmayın, canlı yakalayın” dediğinde Saré kıyıya ulaşmıştı; dönüp “köye Saré namusunuzu çiğnetmedi onuruyla öldü deyin.” Ve kendisini Murat’ın yumuşak kollarına bıraktı. Murat onu incitmeden derinliklere çekti, bir daha çıkmayacasına.
Herkesi bir hüzün sarmıştı, saatlerce aradılar, seslendiler ama Saré’yı bulamadılar. Komutan, acılar içinde olan O’na yaklaştı “bırakacaktık ama şimdi yapacak bir şey yok, üzgünüm” dedi ve askerlerine seslenerek oradan çekildiler. O, ayrılmadı geceyi orda geçirdi. Sabaha kadar Murat kıyılarını taradı ama onu bulamadı.
Yıllar sonra bir ses ona: Daha derinlere in, daha derinlere! Dedi. Daha derinlere indi ve onu buldu.
Bir daha su yüzüne çıkmamacasına. Son nefesinde dudaklarında tanrının adı vardı.
Aradan 50 yıl geçti siyah paltosu ve kolunda taşıdığı şemsiyesiyle çay dere ve ırmak boylarını gezdi, dolaştı. Bazen bir su kenarında oturur saatlerce suya bakardı, “Saré’yi gördünüz mü? Dercesine. Bingöllüler ona hafızasını kaybetmiş dediler, önemsemediler. 7 Ekim 1983’te ortalıkta görünmez oldu. 10 Ekim 1983 günü cesedi Guleman bölgesinde Murat nehrinde boğulmuş olarak bulundu. Saré gelinin kendisini Murat’ın sularına bıraktığı alanda.
1953 tarihli vatan gazetesi manşetten verdiği haberde O’nun için şöyle diyordu.
BİNGÖLÜN GANDİSİ: Hacı Cemal ELÇİ, Bingöl’ün çok sevilen bir tipidir. Esaslı bir tahsili olmamakla beraber derin malumat ve bilgisi vardır. Herkese iyilik yapmaktan hoşlanır. Kimsenin birbiriyle dargın olmasına tahammül edemez. Daima arabulucu bir rol oynar. Rençberdir. Hiçbir partiye kayıtlı değildir. Bingöl’de onu tanımayan yoktur.
Bingöl’ün ilk atanmış Belediye başkanıydı, halkına hizmetten gurur duyan bu güzel insanın anılarda yaşatmak için adı bir sokağa dahi verilmedi.
Türklerin Ezo gelini, Yörüklerin Türkmen gelini, Ermenilerin Sarı gelini dilden dile dolaşırken; İlkbahar çimenlerinin sesi Zaza gelin Saré gelin hiç anılmadı, hatırlanmak istenmedi.
Onlar ümmetin yetimleri, Anadolu’nun kimsesiz çocukları olarak kaldı.
Muhittin aydar (Alinti bir yazidir)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder