23 Kasım 2015 
Nenem Sitqa Badû anısına...

ADİR KOT KÊ ME


Nenem öldüğünde 87 yaşındaydı.
Bir fidanın, hatta bir tohumun bile
yaşam hakkının olmadığı bir ülkede
koca bir ceviz ağacıydı...
Rivayete göre küçükken biraz haylazdı
Davarların peşinde akşama kadar koşardı.
Okuması yazması yoktu
ama üç dil konuşurdu...
Koltukta oturmaya hiç alışamadı.
Tavuk tüyüyle doldurduğu yastıkların yanında
Tabi ki yayı batan kanepenin
lafı bile olmazdı...
Doğum gününü kimse,
tam olarak bilmese de,
herhalde doğduğunda,
aşağı yukarı 1930'du.
Yukarı köyden bize,
tek başına kaçacak kadar cesurdu.
Yeşil gözlü güzel bir kadındı,
“Büyük ev”in sahibinin oğlu
böylece kocası oldu.
Dokuz çocuk doğurdu,
sekizini büyüttü.
Birisi daha çok küçükken öldü.
Sonraları Alzheimer olduğunda,
o küçük oğlunu,
aradı durdu...
Evlatları allah var,
hepsi hayırlı çıktı.
Ara sıra jandarma,
70'li 80'li yıllarda,
oğullarını topladığında
artlarından ağladı.
Biraz cimriydi nenem,
Eh biraz da sinirli.
Çay tabaklarından kimisi
Senden benden eskiydi.
Çok sevecen değildi
olmamıştı pek vakti,
on boğaz besleme derdi.
Bu hayatta en çok tavuklarını sevdi,
Herhalde bir de beni...
Dili yıllarca yasaktı,
o bunu pek takmadı,
ölene kadar yine de
konuştu Zazacayı...
Torunlarının kimi anladı,
kimi anlamadı.
o kendi dünyasında
sessizce yaşadı...
Bazen pencereye döner,
saatlerce bakardı.
Sonra bir ağıt söyler,
ara sıra ağlardı.
Sesi kulaklarımda hala,
sayesinde yaşıyor Zazaca...
Evrensel tarihe
yazılmayacak belki,
yine de o tandur için
çok emek verdi.
En sevdiği işi
ekmek pişirmekti.
Yemek yapmayı pek bilmezdi ama,
o soğanlı salçalı patatesi...
Pek çok Kürt kadın gibi
o da çift isimliydi.
Nüfus memurunun gazabına
uğradı belki.
Yine de iyi bilmiş,
ismi gibi sabitti.
Halk arasında ise
Sitqa diye bilinirdi...
Misafiri hiç sevmezdi.
Gelince birileri
Epeyce söylenirdi.
Yine de içi elvermeyince
Çıkarırdı sakladığı yerden
nemli büskivilerini.
Açık çayını da,
kıtlama içerdi.
Sabahın altısında,
desmajını almaya,
namazını kılmaya
erkenden uyanırdı.
Hamuru mayalayınca,
saat sekizden sonra,
kimsenin yatmasına
hiç mi hiç katlanamazdı.
Yemeği çok sevmezdi nenem,
ekmek yoğurtla doyardı hemen,
söylenir dururdu hep, halamı ederdi verem.
İlk politik bilincime,
onun sayesinde,
Anadoludan Görünüm'de,
uzanmış sere serpe
yatan gerilla bedenlerine
ağladığında ulaştım.
Okulda yıkanan beynimle
böyle “teröristler”e
ağlanmaz dediğimde
“yazıxtır, insandır” diye
cevap verince,
ilk dersimi aldım.
Oyunu dağdakilere
vereceğini söylediğinde
90'lı senelerde
böylece Kürtlüğümle tanıştım...
Tüm modernleştirme çabalarına rağmen,
hiç çıkarmadı,
siyah lastik ayakkabısıyla
kara çarşafını.
Kara fatma bile dendi,
ama nenem direndi.
Bugün kültürümüz dediklerimizi
hep muhafaza etti.
Türkçeyi çat pat öğrendi,
ama alzheimer olunca
en önce bu dili sildi beyni.
Nenem gider ayak
Asimilasyonu tersine çevirdi.
Nenem benim, Kürdistan'ım,
ne kadar istesem de kavuşamadığım,
kavuşamayacağım...
Yaşadı işte böyle
Şimdiki zamanın ebediliğinde,
Ne yarına ne düne...
Yazdım ki ben de,
nenem toprak değil,
tarih olsun diye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

@templatesyard