ERMENI SOYKIRIMI KARWELIYAN HADISESI "alinti"
ERMENI SOYKIRIMI7 KARWELIYAN HADISESI Bu yazida köy resimide
var"Google-Cewlik Ermenileri 2 sayfa Ermeni gölüyazisina girilirse
fotografta asili
Ermeni Soykırımının yapıldığı zaman ben muhtemelen 17-18 yaşlarındaydım. O zamanlar radyo televizyon gibi ulaşım haberleri mevcut olmadığından olup bitenleri büyüklerimiz anlatır bizde dinlerdik. Ancak ben yaşanan olaylardan iki tanesine bizzat şahit oldum.
BİRİNCİ HADİSE:
O zamanlar polis kuvvetleri yok denecek kadar azdı. En azında bizim şark bölgesinde polisin varlığı fazla göze çarpmıyordu. Asayiş işlerinden (ki buna asayiş denilebiliyorsa eğer) tamamen Jandarma kuvvetleri sorumluydu. Yani ister meskun mahalde ister kırsal alanda asayiş söz konusu oldumu akla sadece jandarma müfrezeleri gelirdi. Ancak Ermeni Soykırımının nın vukuu bulduğu tarihte tıpkı şu Turgut ÖZAL’ın son zamanlarda ortaya çıkardığı Koruculuk sistemi gibi bir oluşum ortaya çıkarıldı. Ama o zamanlar bunlara “Köy Korucuları” değil de “Milis Kuvvetleri” deniliyordu. Milis Kuvvetleri daha çok faili meçhul suikast işleri ile istihbarat işlerinde kullanılrdı. Gelelim sana anlatacağım birinci olaya.
“ Bizim köyde Karaveliyan Zekar isminde 55-60 yaşlarında Ermeni asıllı bir köylümüz vardı. Eşi X ve kızı Y den başka hiç kimsesi yoktu. Ancak köyümüzde çok sevilen ve sayılan bir insandı. Yediden yetmişe herkesin sevdiği akılı, olgun sevecen ve dürüst bir insandı. Köy ahalisi Zekar ve ailesini kesinlikle kendilerinden farklı görmezdi. Ama Zekar yaklaşık bir yıldan beri hastaydı. O zaman kimsenin adını bilmediği sonradan öğrendiğimiz kanser hastalığı ile mücadele ediyordu. Tabi mücadele derken her hangi bir tedavi söz konusu değildi. Zira bırakın Zekar’ın doktora görünmek için vilayete inmesi kendi evinde dahi oturması, yatması kalkması, yiyip içmesi dahi mümkün değildi. Çünkü o günlerde devlet Ermeni Katliamı harekatını başlatmış her tarafta kolluk ve milis kuvvetleri Ermeni avına çıkmıştı. Sanırım Haziran ayıydı. Köy halkı topyekün yaylaya çıkmıştı. Manço yolu üzerinde bulunan Sadun yaylasındaydık ve Zekar hastaydı tabi. Kolluk ve Milis kuvvetlerinin korkusundan hanımı Zekar’ın yatağını yaylanın 200 metre kuzeyinden akan derenin hemen kıyısında bulunan kocaman bir kayanın dibine sermiş Zekar orada öylece yatıyordu. Gölge yön değiştirdikçe hanımı gider Zekar’ın yatağının yerini değiştirir böylece yakıcı güneşten korunurdu.
Ermeni Katliamının son aşamasına gelmiş, kimileri hunharca katledilmiş, kimileri canını kurtarma pahasına nereye gideceğini bilmeden kaçmıştı. Ama Zekar”dan kimsenin haberi olmadığı için ve köylü el birliğiyle Zekar ve ailesini kolladığı için Zekar’a ne kimse ilişmiş ve nede Zekar ve ailesi köyü terk edip kaçmamışlardı. Zaten hasta olduğu için istese de bir yere kaçamazdı.
Bingöl’ün merkez köylerinden Şenik’ te Ali Seyfi isminde devletin.bir ajanı vardı. Bu şahıs aynı zamanda milis kuvvetlerinin komutanı durumundaydı. Yani tıpkı bu günkü Korucu başı gibi bir şey. İşte bu şahıs nerden duymuşsa Karaveliyan köyünde Zekar ve ailesinin yaşadığını duymuş ve hiç beklemeden jandarmaya haber vermiş. Birgün akşama doğru güneş batmak üzereyken yaylamızın etrafını jandarma ve milis kuvvetleri sardı. Başlarında 45-50 yaşlarında kıdemli bir baş çavuş vardı. Bu başçavuşun emriye kadın erkek demeden bütün köy ahalisi yaylanın orta meydanında toplandı. Meşeden yapılmış kömlerimizde sadece küçük çocuklar kalmışlardı.Başçavuş Kürtçe (zazaca) konuşmasını çocuklarımızın da Türkçeyi bilmemesi üzerine ana dili Kürtçe (zazaca) olan Milis kuvvetlerinin başındaki Ali Seyfi bizden 50 metre uzakta küçük çocukları bir araya toplayıp kendileriyle sohbet etmeye başladı. Meğer Zekar”ın yerini öğrenmeye çalışıyorlarmış. Tabi daha önce bizden sormuşlardı bütün köylü bir ağızdan Zekar”ın ailesini de alıp köyden kaçtığını söylemiştik. Ama hani bir söz var “Gerçeği öğrenmek istiyorsan ya deliden yada çocuktan sor” derler. İşte onlarda Zekar’ın yattığı yeri küçük çocuklardan öğrenmişleri ardık. Önde küçük çocuklar arkasından askerler Zekar’ın bulunduğu yöne doğru yürümeye başladılar. Bizide 20 metre kadar yaklaştırdılar ama etrafımızı asker sarmış kımıldayan olursa derhal vuracaklarından hiç kuşkumuz yoktur.. Başçavuş elinde Kırıkkale tüfeğiyle Zekar”ın başında en az 10 dakika kadar onur kırıcı laflar ve küfürler ettikten sonra kendisine masum masum bakan Zekar”ın ağzının içine tüfeğinin namlusunu sokarak tetiğe bastı ve Zekar’ın beynini dağıttı. Bu korkunç manzarayı Zekar’ın hanımı ve 14 yaşındaki kızı da izliyordu. Sonra bizi silah zoruyla yaylanın meydanına yeniden topladılar. Başçavuş silah zoruyla Zekar’ın 14 yaşındaki bu küçük kızını meşeden yapılan yayla kömlerden birine alıp ertesi sabah gün ağarıncaya kadar kıza tecavüz etti. Annesinin feryadı yeri göğü inletiyordu. Bizlerde ellerimiz ensemizde yaylanın meydanında bağdaş kurmuş öylece o kızcağızın ve annesinin feryatlarını dinliyorduk. Etrafımızı asker sarmış kılımızı kıpırdasak beynimize kurşunu yiyecektik. Ben ben şimdi diyorum ki keşke el birliğiyle müdahale etseydik hepimizi vursaydılar da o manzaraya şahit olmasaydık. Şu an da benim yaşım 74, bu yetmiş dört yıl süresince böyle korkunç bir manzara görmedim ve duymadım. Neyse sabah oldu gün ağarınca asker ve milisler Zekar’ın karısını ve kızını da yanlarına alarak yayladan ayrıldılar. Onlar 500 metre kadar yayladan uzaklaşınca bizlerde 6 kişilik bir grup olarak büyüklerimizin isteği üzerine kadının ve kızın akibetini öğrenmek maksadıyla onları takip etmeye başladık. Bingöl şehir merkezine 5 km uzakta bulunan Kadran köyü köprüsünde başka bir jandarma müfrezesi ile buluştular. Bizlerde yaklaşık 100 metre kadar uzakta bulunan meşe dallarının arasında gizlenmiş onları izliyorduk. Diğer müfrezenin başında ise bir Üsteğmen ve bir tane de başçavuş vardı. Yani şimdi askerlerin dışında 2 Başçavuş ve bir tanede Üsteğmen vardı. Diğer müfrezenin beraberinde getirdiği Ermeni asıllı yaklaşık 40 veya 50 civarında kadın ve çocuk vardı. Bunlar Kadran köprüsünün üstünde bu kadın ve çocukları arka arkaya sıraya dizip mermi denemesi yapmaya başladılar yani acaba bir mermi aynı anda kaç tane insanın vucudunu delip geçebiliyor? Derken aralarında Zekar’ın karısı ve kızının da bulunduğu yaklaşık bu 50 kişiyi mermi denemesiyle göz göre göre katledip cesetlerini de orta yerde bırakmak suretiyle çekip gittiler.
Biz Zekar’a gelelim. Zekar’ın cesedini katledildiği kayanın hemen dibine gömdük. Ama daha sonra gelir orada Zekar’ın mezarını görüp bize hakaret ve işkence ederler korkusuyla mezara mezar şekli vermedik. Anlıyacağınız Zakar hala hastayken yattığı ve katledildiği taşın dibinde yatıyor. Kadran köprüsünde katledilen kadın ve çocukların cesetlerini ise sonradan gelip götürdüklerini duyduk ama nereye gömüldükleri hakkında herhangi bir bilgi edinemedik. Gelelim ikinci hadiseye.
İKİNCİ HADİSE:
Yine bizim köyde Seyfi isminde bir genç vardı. Oldukça yakışıklı bir gençti. Yaşlı bir annesi ve birde abisi vardı. Bu genç ile evlenebilmek için etrafında dönen çok genç kız vardı ama o hiç birisine dönüp bakmıyordu. Çünkü o gönlünü güzeller güzeli M ye kaptırmıştı. M uzun boylu mavi gözlü dünyalar güzeli bir Ermeni kızıydı. Seyfi ile M görkemli bir yöresel düğün töreniyle evlendiler. Aşkları ve sevgileri dillere destandı. Öyle bir sevgi ki evlendikten sonra bil bu sevgi hiç eksilmedi aksine giderek çoğaldı. Seyfi’ nin her hangi bir gelir kaynağı yoktu fakir ve muhtaç bir durumdaydı. Aradan bir yıl geçti mu mutlu çiftin bir erkek çocukları oldu. O kadar güzel bir çocuk ki gözleri tıpkı annesinin gözleri gibi masmaviydi. Adını Yakup koydular. Yakup sarışın bir çocuktu. Ermeni Katliamının yapıldığı yıldı. Yani Zekar katledilmeden yaklaşık bir ay kadar önceydi. Seyfi her yıl olduğu gibi o yıl yine çobanlık yapmak üzere Erzurum iline gitmişti. Karısı M ve oğlu Yakup Seyfi’ nin abisi Kadir ile birlikte oturuyordu. Kadir de evli 3 çocuk babasıydı. Hadisenin yaşandığı o günlerde milis kuvvetlerinin ajanları köy köy dolaşıp Ermeni asıllı insanları arıyorlarıdı. Nerde bir Ermeni asıllı insan görseler hemen jandarmaya ihbar ediyorlar jandarma da gelip çeşitli işkence ve tecavüzlerden sonra kurşunu diziyorlardı.
İşte o dönemde bir akşam karanlık çökerken Kayınbiraderi Kadir Erzurum iline giden kardeşi Seyfi’nin hanımı olan Ermeni asıllı güzeller güzeli M ye diyor ki bu günlerde ortam çok gergin gel seni çocuğun Yakup ile birlikte götürüp köyün kenarındaki makilik alan olan Gavun bölgesinde sakliyayım. Gece müfreze gelebilir seni ve çocuğunu görürlerse Ermeni asıllı diye öldürürler. M Bunu kabul eder ve 4 yaşındaki cocuğu Yakupu yi de yanına alarak kayınbiraderi Kadir ile birlikte Gavun bölgesine giderler. Evden çıkarlarken M’ nin dikkatini çeker ve kayınbiraderine sorar.
-Abi elindeki baltayı niye getiriyorsun o balta ne iye yarar. Kayınbiraderi Kadir çok masumane bir ifadeyle
-Bu baltayla size orada meşeden küçüm bir kulube yapacam. Böylece gece boyu kurt ve benzeri yabani hayvanlardan korunursunuz.
M bu fikire çok sevinir ve birlikte çıkıp Gavun bölgesine giderler. Gavun bölgesi dik bir yamaç ve makilik bir alandır. Bu alanda özellikle çok fazla sayıda ceviz ağacıda mevcuttur. Ay ışığının altında yol alır ve bu bölgeye gelirler. Kadir Yengesi M ye sen çocuğunu yani Yakupu al buraya otur ben kulübe yapmak için biraz meşe yaprağı kesecem diyor. Olar tam otururlarken Kadir birden bire baltayı her iki eline alıp ani bir hamle ile baltayı var gücüyle yengesi M’ nin kafasına vuruyor ve güzeller güzeli M’ nin kafatası ortadan ikiye bölünüyor. M cansız bir şekilde yere yığılınca bu sefer katil amca yeğeninin ayağından tutup makilik alanda uçuruma doğru fırlatıp dönüp eve geliyor. Eve gelir gelmez ben iki tane kafir öldürdüm deyip yaptıklarını anlatıyor. Mevzu köye yayılınca koşarak olay mahaline gittik. Benim ve arkadaşım Beşir’ in beline birer tane ip bağlayıp uçurumdan bizi aşağı saldılar. Çocuğun bulunduğu noktaya vardık. Çocuk aşağıya fırlatılınca bir ağacın kurumuş bir dalına saplanmıştı. Çubuk çocuğun karnından girmiş sırtından çıkmıştı. Aradan iki saat geçmişti ama çocuk hala can çekişiyordu. Çocuğu yakarı çektik ama iş işten geçmişti annesi gibi oda oracıkta can verdi. Ertesi gün sabah çocuğu annesiyle yan yana gömdük. Aradan yıllar geçmiş ama kadının o parçalanmış beyni ve küçücük çocuğun o can çekişi hala gözlerimin önünde.
Yine enteresan ve bir o kadar da acı bir hadise.
Bizim köyde yaşayan Hasan adındaki densizin biri ben birine nereden geliryorsun diye sormuşlar. Ben savaştan geliyorum demiş. Ne savaşı Ermeni savaşı demiş. Peki nerde savaştın. Dikme köyünün arka tarafındaki yamaçta. Peki ne yaptın savaş diye sormuşlar. Ben kırk tane kafir öldürdüm. Artık günahım ne olursa olsun ben kırk tane kafir öldürdüğüm için sorgusuz suvalsız cennete girecem demiş.
Araştırmışlar. Meğer katliamdan kaçan Ermeni asıllı insanların geride kalan 4 ile yedi yaşlarındaki çocukları gurup halinde anne babalarının izinden Elaziz istikametine doğru yol alıyorlarmış. Bizim köylü demeye utanç duyduğu Hasan Adındaki bu katil ise kaybolan atını ararken bu çocuk gurubuyla karşılaşmış. Devletin politikasının etkisinde kalmış olacak ki bu masum çocukların hepsini kafir diye elindeki sopayı kafalarına vurmak suretiyle 40 civarında çocuğu orada da katletmiş. Sonradan duyduğumuz kadarıyla devletin korkusundan o masum çocukların cesetlerini kimse gidip gömmeyince öylece kurda kuşa yem olmuşlar.
Yazar:
Tarih ve Arastirmaci
Mir Pali Zaryan
Ermeni Soykırımının yapıldığı zaman ben muhtemelen 17-18 yaşlarındaydım. O zamanlar radyo televizyon gibi ulaşım haberleri mevcut olmadığından olup bitenleri büyüklerimiz anlatır bizde dinlerdik. Ancak ben yaşanan olaylardan iki tanesine bizzat şahit oldum.
BİRİNCİ HADİSE:
O zamanlar polis kuvvetleri yok denecek kadar azdı. En azında bizim şark bölgesinde polisin varlığı fazla göze çarpmıyordu. Asayiş işlerinden (ki buna asayiş denilebiliyorsa eğer) tamamen Jandarma kuvvetleri sorumluydu. Yani ister meskun mahalde ister kırsal alanda asayiş söz konusu oldumu akla sadece jandarma müfrezeleri gelirdi. Ancak Ermeni Soykırımının nın vukuu bulduğu tarihte tıpkı şu Turgut ÖZAL’ın son zamanlarda ortaya çıkardığı Koruculuk sistemi gibi bir oluşum ortaya çıkarıldı. Ama o zamanlar bunlara “Köy Korucuları” değil de “Milis Kuvvetleri” deniliyordu. Milis Kuvvetleri daha çok faili meçhul suikast işleri ile istihbarat işlerinde kullanılrdı. Gelelim sana anlatacağım birinci olaya.
“ Bizim köyde Karaveliyan Zekar isminde 55-60 yaşlarında Ermeni asıllı bir köylümüz vardı. Eşi X ve kızı Y den başka hiç kimsesi yoktu. Ancak köyümüzde çok sevilen ve sayılan bir insandı. Yediden yetmişe herkesin sevdiği akılı, olgun sevecen ve dürüst bir insandı. Köy ahalisi Zekar ve ailesini kesinlikle kendilerinden farklı görmezdi. Ama Zekar yaklaşık bir yıldan beri hastaydı. O zaman kimsenin adını bilmediği sonradan öğrendiğimiz kanser hastalığı ile mücadele ediyordu. Tabi mücadele derken her hangi bir tedavi söz konusu değildi. Zira bırakın Zekar’ın doktora görünmek için vilayete inmesi kendi evinde dahi oturması, yatması kalkması, yiyip içmesi dahi mümkün değildi. Çünkü o günlerde devlet Ermeni Katliamı harekatını başlatmış her tarafta kolluk ve milis kuvvetleri Ermeni avına çıkmıştı. Sanırım Haziran ayıydı. Köy halkı topyekün yaylaya çıkmıştı. Manço yolu üzerinde bulunan Sadun yaylasındaydık ve Zekar hastaydı tabi. Kolluk ve Milis kuvvetlerinin korkusundan hanımı Zekar’ın yatağını yaylanın 200 metre kuzeyinden akan derenin hemen kıyısında bulunan kocaman bir kayanın dibine sermiş Zekar orada öylece yatıyordu. Gölge yön değiştirdikçe hanımı gider Zekar’ın yatağının yerini değiştirir böylece yakıcı güneşten korunurdu.
Ermeni Katliamının son aşamasına gelmiş, kimileri hunharca katledilmiş, kimileri canını kurtarma pahasına nereye gideceğini bilmeden kaçmıştı. Ama Zekar”dan kimsenin haberi olmadığı için ve köylü el birliğiyle Zekar ve ailesini kolladığı için Zekar’a ne kimse ilişmiş ve nede Zekar ve ailesi köyü terk edip kaçmamışlardı. Zaten hasta olduğu için istese de bir yere kaçamazdı.
Bingöl’ün merkez köylerinden Şenik’ te Ali Seyfi isminde devletin.bir ajanı vardı. Bu şahıs aynı zamanda milis kuvvetlerinin komutanı durumundaydı. Yani tıpkı bu günkü Korucu başı gibi bir şey. İşte bu şahıs nerden duymuşsa Karaveliyan köyünde Zekar ve ailesinin yaşadığını duymuş ve hiç beklemeden jandarmaya haber vermiş. Birgün akşama doğru güneş batmak üzereyken yaylamızın etrafını jandarma ve milis kuvvetleri sardı. Başlarında 45-50 yaşlarında kıdemli bir baş çavuş vardı. Bu başçavuşun emriye kadın erkek demeden bütün köy ahalisi yaylanın orta meydanında toplandı. Meşeden yapılmış kömlerimizde sadece küçük çocuklar kalmışlardı.Başçavuş Kürtçe (zazaca) konuşmasını çocuklarımızın da Türkçeyi bilmemesi üzerine ana dili Kürtçe (zazaca) olan Milis kuvvetlerinin başındaki Ali Seyfi bizden 50 metre uzakta küçük çocukları bir araya toplayıp kendileriyle sohbet etmeye başladı. Meğer Zekar”ın yerini öğrenmeye çalışıyorlarmış. Tabi daha önce bizden sormuşlardı bütün köylü bir ağızdan Zekar”ın ailesini de alıp köyden kaçtığını söylemiştik. Ama hani bir söz var “Gerçeği öğrenmek istiyorsan ya deliden yada çocuktan sor” derler. İşte onlarda Zekar’ın yattığı yeri küçük çocuklardan öğrenmişleri ardık. Önde küçük çocuklar arkasından askerler Zekar’ın bulunduğu yöne doğru yürümeye başladılar. Bizide 20 metre kadar yaklaştırdılar ama etrafımızı asker sarmış kımıldayan olursa derhal vuracaklarından hiç kuşkumuz yoktur.. Başçavuş elinde Kırıkkale tüfeğiyle Zekar”ın başında en az 10 dakika kadar onur kırıcı laflar ve küfürler ettikten sonra kendisine masum masum bakan Zekar”ın ağzının içine tüfeğinin namlusunu sokarak tetiğe bastı ve Zekar’ın beynini dağıttı. Bu korkunç manzarayı Zekar’ın hanımı ve 14 yaşındaki kızı da izliyordu. Sonra bizi silah zoruyla yaylanın meydanına yeniden topladılar. Başçavuş silah zoruyla Zekar’ın 14 yaşındaki bu küçük kızını meşeden yapılan yayla kömlerden birine alıp ertesi sabah gün ağarıncaya kadar kıza tecavüz etti. Annesinin feryadı yeri göğü inletiyordu. Bizlerde ellerimiz ensemizde yaylanın meydanında bağdaş kurmuş öylece o kızcağızın ve annesinin feryatlarını dinliyorduk. Etrafımızı asker sarmış kılımızı kıpırdasak beynimize kurşunu yiyecektik. Ben ben şimdi diyorum ki keşke el birliğiyle müdahale etseydik hepimizi vursaydılar da o manzaraya şahit olmasaydık. Şu an da benim yaşım 74, bu yetmiş dört yıl süresince böyle korkunç bir manzara görmedim ve duymadım. Neyse sabah oldu gün ağarınca asker ve milisler Zekar’ın karısını ve kızını da yanlarına alarak yayladan ayrıldılar. Onlar 500 metre kadar yayladan uzaklaşınca bizlerde 6 kişilik bir grup olarak büyüklerimizin isteği üzerine kadının ve kızın akibetini öğrenmek maksadıyla onları takip etmeye başladık. Bingöl şehir merkezine 5 km uzakta bulunan Kadran köyü köprüsünde başka bir jandarma müfrezesi ile buluştular. Bizlerde yaklaşık 100 metre kadar uzakta bulunan meşe dallarının arasında gizlenmiş onları izliyorduk. Diğer müfrezenin başında ise bir Üsteğmen ve bir tane de başçavuş vardı. Yani şimdi askerlerin dışında 2 Başçavuş ve bir tanede Üsteğmen vardı. Diğer müfrezenin beraberinde getirdiği Ermeni asıllı yaklaşık 40 veya 50 civarında kadın ve çocuk vardı. Bunlar Kadran köprüsünün üstünde bu kadın ve çocukları arka arkaya sıraya dizip mermi denemesi yapmaya başladılar yani acaba bir mermi aynı anda kaç tane insanın vucudunu delip geçebiliyor? Derken aralarında Zekar’ın karısı ve kızının da bulunduğu yaklaşık bu 50 kişiyi mermi denemesiyle göz göre göre katledip cesetlerini de orta yerde bırakmak suretiyle çekip gittiler.
Biz Zekar’a gelelim. Zekar’ın cesedini katledildiği kayanın hemen dibine gömdük. Ama daha sonra gelir orada Zekar’ın mezarını görüp bize hakaret ve işkence ederler korkusuyla mezara mezar şekli vermedik. Anlıyacağınız Zakar hala hastayken yattığı ve katledildiği taşın dibinde yatıyor. Kadran köprüsünde katledilen kadın ve çocukların cesetlerini ise sonradan gelip götürdüklerini duyduk ama nereye gömüldükleri hakkında herhangi bir bilgi edinemedik. Gelelim ikinci hadiseye.
İKİNCİ HADİSE:
Yine bizim köyde Seyfi isminde bir genç vardı. Oldukça yakışıklı bir gençti. Yaşlı bir annesi ve birde abisi vardı. Bu genç ile evlenebilmek için etrafında dönen çok genç kız vardı ama o hiç birisine dönüp bakmıyordu. Çünkü o gönlünü güzeller güzeli M ye kaptırmıştı. M uzun boylu mavi gözlü dünyalar güzeli bir Ermeni kızıydı. Seyfi ile M görkemli bir yöresel düğün töreniyle evlendiler. Aşkları ve sevgileri dillere destandı. Öyle bir sevgi ki evlendikten sonra bil bu sevgi hiç eksilmedi aksine giderek çoğaldı. Seyfi’ nin her hangi bir gelir kaynağı yoktu fakir ve muhtaç bir durumdaydı. Aradan bir yıl geçti mu mutlu çiftin bir erkek çocukları oldu. O kadar güzel bir çocuk ki gözleri tıpkı annesinin gözleri gibi masmaviydi. Adını Yakup koydular. Yakup sarışın bir çocuktu. Ermeni Katliamının yapıldığı yıldı. Yani Zekar katledilmeden yaklaşık bir ay kadar önceydi. Seyfi her yıl olduğu gibi o yıl yine çobanlık yapmak üzere Erzurum iline gitmişti. Karısı M ve oğlu Yakup Seyfi’ nin abisi Kadir ile birlikte oturuyordu. Kadir de evli 3 çocuk babasıydı. Hadisenin yaşandığı o günlerde milis kuvvetlerinin ajanları köy köy dolaşıp Ermeni asıllı insanları arıyorlarıdı. Nerde bir Ermeni asıllı insan görseler hemen jandarmaya ihbar ediyorlar jandarma da gelip çeşitli işkence ve tecavüzlerden sonra kurşunu diziyorlardı.
İşte o dönemde bir akşam karanlık çökerken Kayınbiraderi Kadir Erzurum iline giden kardeşi Seyfi’nin hanımı olan Ermeni asıllı güzeller güzeli M ye diyor ki bu günlerde ortam çok gergin gel seni çocuğun Yakup ile birlikte götürüp köyün kenarındaki makilik alan olan Gavun bölgesinde sakliyayım. Gece müfreze gelebilir seni ve çocuğunu görürlerse Ermeni asıllı diye öldürürler. M Bunu kabul eder ve 4 yaşındaki cocuğu Yakupu yi de yanına alarak kayınbiraderi Kadir ile birlikte Gavun bölgesine giderler. Evden çıkarlarken M’ nin dikkatini çeker ve kayınbiraderine sorar.
-Abi elindeki baltayı niye getiriyorsun o balta ne iye yarar. Kayınbiraderi Kadir çok masumane bir ifadeyle
-Bu baltayla size orada meşeden küçüm bir kulube yapacam. Böylece gece boyu kurt ve benzeri yabani hayvanlardan korunursunuz.
M bu fikire çok sevinir ve birlikte çıkıp Gavun bölgesine giderler. Gavun bölgesi dik bir yamaç ve makilik bir alandır. Bu alanda özellikle çok fazla sayıda ceviz ağacıda mevcuttur. Ay ışığının altında yol alır ve bu bölgeye gelirler. Kadir Yengesi M ye sen çocuğunu yani Yakupu al buraya otur ben kulübe yapmak için biraz meşe yaprağı kesecem diyor. Olar tam otururlarken Kadir birden bire baltayı her iki eline alıp ani bir hamle ile baltayı var gücüyle yengesi M’ nin kafasına vuruyor ve güzeller güzeli M’ nin kafatası ortadan ikiye bölünüyor. M cansız bir şekilde yere yığılınca bu sefer katil amca yeğeninin ayağından tutup makilik alanda uçuruma doğru fırlatıp dönüp eve geliyor. Eve gelir gelmez ben iki tane kafir öldürdüm deyip yaptıklarını anlatıyor. Mevzu köye yayılınca koşarak olay mahaline gittik. Benim ve arkadaşım Beşir’ in beline birer tane ip bağlayıp uçurumdan bizi aşağı saldılar. Çocuğun bulunduğu noktaya vardık. Çocuk aşağıya fırlatılınca bir ağacın kurumuş bir dalına saplanmıştı. Çubuk çocuğun karnından girmiş sırtından çıkmıştı. Aradan iki saat geçmişti ama çocuk hala can çekişiyordu. Çocuğu yakarı çektik ama iş işten geçmişti annesi gibi oda oracıkta can verdi. Ertesi gün sabah çocuğu annesiyle yan yana gömdük. Aradan yıllar geçmiş ama kadının o parçalanmış beyni ve küçücük çocuğun o can çekişi hala gözlerimin önünde.
Yine enteresan ve bir o kadar da acı bir hadise.
Bizim köyde yaşayan Hasan adındaki densizin biri ben birine nereden geliryorsun diye sormuşlar. Ben savaştan geliyorum demiş. Ne savaşı Ermeni savaşı demiş. Peki nerde savaştın. Dikme köyünün arka tarafındaki yamaçta. Peki ne yaptın savaş diye sormuşlar. Ben kırk tane kafir öldürdüm. Artık günahım ne olursa olsun ben kırk tane kafir öldürdüğüm için sorgusuz suvalsız cennete girecem demiş.
Araştırmışlar. Meğer katliamdan kaçan Ermeni asıllı insanların geride kalan 4 ile yedi yaşlarındaki çocukları gurup halinde anne babalarının izinden Elaziz istikametine doğru yol alıyorlarmış. Bizim köylü demeye utanç duyduğu Hasan Adındaki bu katil ise kaybolan atını ararken bu çocuk gurubuyla karşılaşmış. Devletin politikasının etkisinde kalmış olacak ki bu masum çocukların hepsini kafir diye elindeki sopayı kafalarına vurmak suretiyle 40 civarında çocuğu orada da katletmiş. Sonradan duyduğumuz kadarıyla devletin korkusundan o masum çocukların cesetlerini kimse gidip gömmeyince öylece kurda kuşa yem olmuşlar.
Yazar:
Tarih ve Arastirmaci
Mir Pali Zaryan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder