kelxasi ra yew dimen
Kommentare (16)
"öyle bir köyki, yoktur bir eşi, vardır huzur-i huşi..."
Übersetzen
...Onuru,Barışı ve Kardeşliği yüreğimizde
Özümsemediğimiz... Yaşam Azmini ve özgürlük mücadelesini yüregimizde
cisimleştiremediğimiz müdetçe asla Özgür olamayız...
SEN OLDUN
KELESİ-KELXASİ...
Kelesi... yiğitliğin ulaşılmaz tepesi, Dipsiz uçurumların efendisi, Uzak kartal çığlığı, Buz kesen rüzgarın sesi, Yiğitlerin saklı kılıç nara sesi…
Seni unutmadık… Göğe uzanan uçurum boyunu, Namerde öfke duruşunu, Hele hele tarih saklı sırlarını...
İnanki; yapaynlızda bırakmadık Ne gölge adını Nede serin akan ırmak sularını Geceye inat ay işığında görkemini Unutmadı; seni evlat bildiğin kelxasılıların...
Kaç zaman geçti bilinmez yalnızlığın oysa evelden öte varlığın Bir sürgüne, bir eski zamana Bir zülüme suskun kalan tanıklığın Mirlerin korkulu alayına, At koşturan suvarlerine, Bir yangına, talana suskun tanıklığın… Zalimin sürüverdiği, Demirci agopun, Hani derili ermeni kızın oyalı çeyizi, Hani yoldaş Bawer, Hani şimşek koparan Bursq...
Kan ter sabrın Asil mağrur, bir o kadarde acılı, O kabına sığmaz asabi durşun, Yaşamışlığın, bir milada öfken Sen oluverdin kelxasi…
Bir zamana sığmaz belklide tarihe, Çağın kudurmuşluğuna yumruk sıkışın Öfken ve sabrınla Kimsenin bile, Diş geçiremediği; Aslan yürek kelxasılıların…
Alamut oldun bir zaman Geçmişe tanık sağır, lal taş kalıntıların, Oyasa sen ; El sabbah’sız fedailer yetiştirdin. Her biri özgürlüğe susamış asmin’ler Kimi; Bawer, Bursq, kimi, Ferhad, Digor, Kendal, kimde, Merwan, Zeydan … her biri ateşlere yüryen özgürlük fedayileri…
Ne bin mısraya, nede acımasız zamana, sığdıramaz asi dijleyü-ferhat’ı sığdıramaz berketli mezobotomyayı… sığdıramaz seni, oğul veren yılmaz evlatlarını… herbiri aslan, herbiri kartal, herbiri cihan parçası… adınıda koydun kelxasi…
Ne merde, nede halden bilmez namerde… bir fiske tokada, boyun eğmedin ucuz yaramaza, boyun eğmedin ispiyoncu alçak fesada…
Sen sürgünleri, sen ihaneti, kalleşliği, sen kanı, derya zülümü özünde yaşadın…
Kimi zamanda koynunda saklı asaleti, bir ata şefkatinde erdemi, sürgüne gidene özgürlük, zülüme üğryana barınak oldun
Kimi zamanda yoldaş oldun ölümsüz savaşçı çocuklara.. ileri görşlü ile bilinen Şex Mehdiye özgürlük... meçul şehid Şex Mire adres, on asır Ermeni Margos’a diyar oldun…
Dile destan dost düşmana hep açık kapın, bereketli sofran hep var oldu... dillerde damakalarda kaldı, özlemin kıtaları, yürekleri hoplatı…
Emsalin olmadığına, rakipsiz oluşuna. yürekler dayanamadı çat diye çatladı yerinden ne baş kaldıran, bir parça aklı, nede yüreği kaldı... adına can veren yürekli gençler adınıda koydun
kelxasılılar…
Kelesi... yiğitliğin ulaşılmaz tepesi, Dipsiz uçurumların efendisi, Uzak kartal çığlığı, Buz kesen rüzgarın sesi, Yiğitlerin saklı kılıç nara sesi…
Seni unutmadık… Göğe uzanan uçurum boyunu, Namerde öfke duruşunu, Hele hele tarih saklı sırlarını...
İnanki; yapaynlızda bırakmadık Ne gölge adını Nede serin akan ırmak sularını Geceye inat ay işığında görkemini Unutmadı; seni evlat bildiğin kelxasılıların...
Kaç zaman geçti bilinmez yalnızlığın oysa evelden öte varlığın Bir sürgüne, bir eski zamana Bir zülüme suskun kalan tanıklığın Mirlerin korkulu alayına, At koşturan suvarlerine, Bir yangına, talana suskun tanıklığın… Zalimin sürüverdiği, Demirci agopun, Hani derili ermeni kızın oyalı çeyizi, Hani yoldaş Bawer, Hani şimşek koparan Bursq...
Kan ter sabrın Asil mağrur, bir o kadarde acılı, O kabına sığmaz asabi durşun, Yaşamışlığın, bir milada öfken Sen oluverdin kelxasi…
Bir zamana sığmaz belklide tarihe, Çağın kudurmuşluğuna yumruk sıkışın Öfken ve sabrınla Kimsenin bile, Diş geçiremediği; Aslan yürek kelxasılıların…
Alamut oldun bir zaman Geçmişe tanık sağır, lal taş kalıntıların, Oyasa sen ; El sabbah’sız fedailer yetiştirdin. Her biri özgürlüğe susamış asmin’ler Kimi; Bawer, Bursq, kimi, Ferhad, Digor, Kendal, kimde, Merwan, Zeydan … her biri ateşlere yüryen özgürlük fedayileri…
Ne bin mısraya, nede acımasız zamana, sığdıramaz asi dijleyü-ferhat’ı sığdıramaz berketli mezobotomyayı… sığdıramaz seni, oğul veren yılmaz evlatlarını… herbiri aslan, herbiri kartal, herbiri cihan parçası… adınıda koydun kelxasi…
Ne merde, nede halden bilmez namerde… bir fiske tokada, boyun eğmedin ucuz yaramaza, boyun eğmedin ispiyoncu alçak fesada…
Sen sürgünleri, sen ihaneti, kalleşliği, sen kanı, derya zülümü özünde yaşadın…
Kimi zamanda koynunda saklı asaleti, bir ata şefkatinde erdemi, sürgüne gidene özgürlük, zülüme üğryana barınak oldun
Kimi zamanda yoldaş oldun ölümsüz savaşçı çocuklara.. ileri görşlü ile bilinen Şex Mehdiye özgürlük... meçul şehid Şex Mire adres, on asır Ermeni Margos’a diyar oldun…
Dile destan dost düşmana hep açık kapın, bereketli sofran hep var oldu... dillerde damakalarda kaldı, özlemin kıtaları, yürekleri hoplatı…
Emsalin olmadığına, rakipsiz oluşuna. yürekler dayanamadı çat diye çatladı yerinden ne baş kaldıran, bir parça aklı, nede yüreği kaldı... adına can veren yürekli gençler adınıda koydun
kelxasılılar…
:
merhaba güzel coğrafyanın kadr-i şinas yiğit
evladı. "DEW"tarihini,coğrafyasını,kaynaklarını, doğal güzellikleriyle
beraber tarihin onur sayfaları ,gurur vesilesi Bawer Brusklar,Munzur
Ferhatlarla öylesine taçlandırdınız ki...sizi gerçekten kutlarım...
Bira tı komi tu ez berminayê ez wareyzê,zeydenêzê
dûz avarêzê zonû ma düz avardê zaf top kaykerdê onbaz yevni nêbi bra
tı çend sereyê.
EY GÜZEL KARDEŞİM;
ne güzel yazmışsın tarihimizi çocukluğumuzu uğruna ölümlerden ölüm
begenmeyeceğimiz ölümün her türlüsüne direndiğimiz toprağımızı
yazdıklarını okuduğum zaman çok ağladım çünkü onları yaşadım eksik olan
ise kar kış demeden okumak için kurtlarla ,köpeklerle dansederek
gittiğimiz ortaokul maceralarımızdır birde biz zeydinê geçip Çevtulaye
giderdik newrozun çiçeklerini orda karşılardık özgürlüğü orda yaşardık
sadece biz değil kuzularımız,köpeklerimiz atlarımız bizim dünyamıza ait
ne varsa özgürlüğü iliklerine kadar hisederdi ama ne yazikki bu
özgürlük kalıcı değildi;Roj lez şini ava hatîna roj bîn ma pawêtîni.wes u
war bıman. xatîr to.
ALTIOLUK, yani Kelxasi:'
Bilinen Tarihi; 300 – 350 Yıllık bir geçmişe sahip olan köy,
konuştuğu dil Kürtçenin dört lehçesinden biri olan Zazaca (Dımıli)’dır.
Kelxasi; Bölgenin farklı farklı yerlerinde kurulup, şu an var olan
bölgeye yerleşmiştir. Köy şu an bulunduğu yerden tahmini 300 yıl önce,
Eski köy (Dowa kıhon) denilen yerden buraya taşınmıştır. Buradan önceki
yerleşim yerlerinde kaç asır var olduğu tam olarak bilinmemektedir.
Kelxasi köyü; Adını köyden tahmini 2 kilometre uzakta bulunan ve
yüksek sarp kayalık bir dağ olan, Kalesi kayalık tepesinden almıştır. Şu
an var olmasa da temelindeki taş kireç kalıntılarına göre: Bu dağın en
uç tepesinde kale tipi yüksekçe bir yapının olması, Kelxasi Köyünün
adına rivayettir. Eskilerin günümüze gelen söylentilerine göre; bu
yapının yüksekliği Bulutlara kadar uzandığı şeklindedir. Tabi ne derece
doğrudur bilinmez. Bu bakımdan Kalesi tepesi'’nin önemi; bölgeye dikkat
çekici şekilde hâkim rolüdür. 'Yani Kalesi tepesinden Kelxasi adı
'türemiştir.
Kelxasi tarihi ile ilgili bilgiler genişçe araştırılmakta ve Kitap
çalışmaları devam etmektedir. Altıoluk: (Kelxasi) Elazığ Diyarbakır
sınırları arasındadır. Bununla beraber Alacakaya (Ğuleman), Palu ve
Dicle (Piron), İlçelerine komşudur. Kelxasi; Ziyar denilen, yüksekçe bir
dağın aşağı yamacına kurulmuştur. Ve evleri toprak damlı, kısmen
çatılı, kesme taş evlerdir.' 150–200 civarında ev bulunmaktadır. Köy
nüfusu, yeni yapılan nüfus düzenlemesine göre 450 civarıdır. Ama bunun
yanında köyün büyük bir kısmı; sosyal, eğitim ve kısmen ekonomik
nedenlerden dolayı Türkiye’nin birçok büyük illerine dağılmıştır.
Altıoluk (Kelxasi); köyü daha önce Diyarbakır’ın Eğil (gil) ve Dicle
(piron) nüfusuna kayıtlı idi. Etibank Şark Kromları Maden İşletmelerinin
gelişi ve Türkiye’nin Yeni Harita düzenleme Projesi ile köyün nüfus
kütüğü, Madene (mehde) ve ardından şu an mevcut olan kaydı, Alacakaya
(Ğuleman), ilçe nüfus müdürlüğüne bağlanmıştır. Yani, Diyarbakır’a bağlı
olan köy, 1960’larda, Elazığ iline bağlanmıştır. Altıoluk (Kelxasi);
köyünün yaklaşık 2,5 km. aşağısından bulunan vadisinden geçen Çay (çem),
Alacakaya Sori (kırmızı) dağlarından doğarak ve Köy bölgesi’nin
dağlarından da beslenerek Kral kızı Baraj gölüne dolmaktadır. Özellikle,
Baraj gölünün en büyük kollarından biri olan Kelxasi Çayı, aynı zamanda
Büyük Dicle nehrinin ikinci büyük ana koludur. Son on yıldır yapımı
bitmiş ve su toplamaya başlayan Kral kızı Barajı, Dicle ilcesine giden
geçiş yollarını tamamen kesmiştir. Birçok Köylünün arazileri de bu baraj
sularına gömülmüştür. 'Altıoluk; yani Kelxasi tarih olarak eski bir
geçmişe sahip olup. Tarihi İpek Yolu geçiş noktalarına yakınlığı ile
bilinir… Bu ziyaretler civar köyler dahi bilinip önemsemekte ve ziyaret
edilmektedir. Kelxasi köyünün yakın tarihimizde gelişen bir diğer önemli
olayı; Şêx Sait Efendi’nin Oğullarından olan Şêx Meydin, yıllarca
Kelxasi’da kalmış ve burada vefat etmiştir. Bu önemli Şahsiyet
Cumhuriyet tarihi olarak ta, köyün önemli bir tarih bilgisi konumunda
diye biliriz… Köyün çevresinde bulunan Krom ve Mermer; dünyanın en
önemli Rezervlerine sahiptir. Köy halkının birçoğu bu maden ocaklarında
çalışarak emekli olmuştur. Ve şuanda bile özelikle mermer işletmelerinde
çalışanı vardır. Özellikle Vişne rengi mermer, yani Alacakaya Mermer;
Kelxasi köyü bu mermer rezervlerinin üzerine kurulmuştur. Dünyada bir
numaradır. Köyün bir diğer özeliği de, Eğitim ve Öğretime olan
ilgisidir. Bölge köylere nazaran en fazla eğitim ve öğretim kimliği
kazanan ve Türkiye’ye mal olmuş, önemli Şahsiyetler yetiştiren köy
konumundadır. Türkiye’nin ve Dünyanın dört bir tarafına yayılmış ve
birçok kişi, doktora eğitimi almış ve de almaktadır…
Kültür: Alacakaya, Kelxasi: Tümgelenek Görenek yapısı, Diyarbakır-Elazığ
ili, Kürt-Zaza, gelenek görenek yapısıdır. Köy yemekleri:
Patila,(gözleme) İçli köfte, Zerbet, Hasir, Aroşek, Somi, Germedo,(ayran
çorbası) Keşkaw, Pındırık, Tırş, vs. önde gelen genel yöresel
yemeklerdir... Bunun yanında doğada kendiliğinden yetişen bazı otlarda
mevsimine göre yemekleri yapılır. Bunlar: Tar Rezo,(Bağ Otu) Ğazrig,
Kenger, Pırpar gibi... Lezzeti harika otlarından da çeşitli yemekler
yapılır...
Zeydan ve baygın çocukluğumuz...
Sen Habibim… Bizim köyü bilirimsin? O mis havasını, Özgür yaylalarını, Buz çağlayan sularını, Aşağı vadisinde akan çemi dijleyi…
Sen bilirimsin; Bin asra sığmaz Belki de tarihe, Hüküm süren sırlarını…
Sen bilirimsin; Ğeydan’ı, kalesi’i, xemzık’ı, düz avarı...
Ver elini zeydana. Yürekleri sapan O baygın çocukluğumuzu…
Ver elini çemi kalxsiye, çemi bexroya Geçliğin o maceralı vadisine…
Bak bu yılda üzüm bol; lewe werse, lewe ziyara gidelim…
Sen wareyi, Sen zeydanı, düz avarı bilir misin…?!
Sen on yerinde yara bere, Haşarı çocukları bilirimsin? O baygın büyümesini istediğimiz, O erik hırsızlığı tadında, Çocukluk günlerimizi… Her an kafası yarılan, kavga dövüşçü horozlarını da bilir misin?
Düğünlerde başı çeken; Mexo’ları, Hesen’leri… Yürekleri amed’te özgür sevdaya tutuşan, İlhami’leri, Emrah’ları… Uçurum boyların kaçak aslanı; Murat’ları da bilirimsin. ve nice isimsiz zagros’un özgür kartallarını... Her biri şarapnel, her biri atik sapan taşı. Çelik yürek, çelik bilek yiğitleri…
Gündüz güneşi, gece ay ve yıldızları. Görmek mi derdin: Gel zeydana, kalesiye, Gel özgür kelxasiye…
Elini atsan avuçlarında, Her bir yanın yıldız cümbüşü, Her biri ateş böceği, yerlere saçılı, Her birde patlayan havai fişek çılgınlığı…
Altın bir tepsi misali Başucunda ayın ta kendisi… Bir umut bir heyecan, öte tarafı dersiz tasasız yüreğin. Al sana çıldırasıya, öz yurdun…
Zeydana giderdik her bahar, Baharın müjdecileri newroz çiçekleri… Geceleri eserdi esinti rüzgârı Ve de derelerin çağlayan sesi. Sarılırdık yün yorgana. Çocuk sevinci ile hayata. Sarılırdık yorgan yastığa, daha bir sıcak, da bir içten...
Dert sineli, yürekten çileli, hem de gamlı… İri tombul analarımız, ninelerimiz vardı. Gece yıldız yorgan altında sarılışlarımız, çocuk fırlamalığı ile şımarıklığımız, kavga güreşlerimiz, Eksik olmazdı burun kanamalarımız…
Ve uzak rüzgâr ve çakal sesi, Uzak huzuru-sükûn çırçır sesi, Hepside gecenin efendisi, Her biride gecenin susmaya has lir sesi…
Kulak kirişte, pür dikkat karanlığa dalgın gözler Büyüklerin o Canavar-Mar masaları…
Ataların dan duydukları; Onların bile görmedikleri, Zülfü-Anka, Canavar, Dev masalları…
Her bir yeniçağa, yeni eklemeler ile. Çok sonra anlayacaktık, Yeni nesil zalim canavarları, Olmuştu oysa bizim canavar, yanında bir Melek. Adı da Sistem olanda...
Neyse... Kuru gürültüye pabuç ne gerek, Bize has, bize öz gerek…
Ver elini; biz gene zeydana, biz gene wareye, gidek…
Diğer komşu komdan, Xalo Resul’ün karanlığa, uzak Son nefes cığara ateşi. Naja Xej’ın sitil teneke sesi. Henüz sağdı sütü Bu baharda bereketli otlar Bu sene de peş peşe oğlak, kuzular…
Rüzgârın esintisi ile kom’un kuru yaprak hışırtı sesi. Geceye bir kasvet, geceyi sarmış sanki devler, canavarlar hissi. Gece zifiri karanlık ve bitmeyen akşam masalları…
Yorgan altında yorgun çocuk bedenler, Dalardı çocuk uykusuna…
Böcek sesleri ile kırpışırdı ay ışığında düşler. Ve gün doğmadan Ağılarda yükselen, kuzu sesleri Daha henüz gün ağarmadan, Kalkardı sabah namazına Kalkardı rahmetliler…
Zeydan uykusu Ne tatlı, Ne güzel sabahın serini, ne güzel rüzgârın esen ılık nefesi…
O anaların: baw werz, baw taştere bi, bo dıwar gewdı gesıt merd... Belki defalarca derdi hiç bıkmadan, sevgi şefkati ile erken kalk yalvarışları. Yüce sabırları ile o dert sineli analar…
Bizde uyku tatlılığında tike daa tike daha poj deke dı deke… Daha uyku der, bezende yüze kadar saydırırdık. Saniye hızında yüze kadar sayma yüz bitti eli, oda bitti yirmi… Bu hep böyle sürer giderdi. Binlerce kez uyur ve gene saniyelik uykulara tekrar dalardık. Ulu zeydan ağaçların altında bir daha, bir daha… hiç uyanmamak istercesine....
Sen Habibim… Bizim köyü bilirimsin? O mis havasını, Özgür yaylalarını, Buz çağlayan sularını, Aşağı vadisinde akan çemi dijleyi…
Sen bilirimsin; Bin asra sığmaz Belki de tarihe, Hüküm süren sırlarını…
Sen bilirimsin; Ğeydan’ı, kalesi’i, xemzık’ı, düz avarı...
Ver elini zeydana. Yürekleri sapan O baygın çocukluğumuzu…
Ver elini çemi kalxsiye, çemi bexroya Geçliğin o maceralı vadisine…
Bak bu yılda üzüm bol; lewe werse, lewe ziyara gidelim…
Sen wareyi, Sen zeydanı, düz avarı bilir misin…?!
Sen on yerinde yara bere, Haşarı çocukları bilirimsin? O baygın büyümesini istediğimiz, O erik hırsızlığı tadında, Çocukluk günlerimizi… Her an kafası yarılan, kavga dövüşçü horozlarını da bilir misin?
Düğünlerde başı çeken; Mexo’ları, Hesen’leri… Yürekleri amed’te özgür sevdaya tutuşan, İlhami’leri, Emrah’ları… Uçurum boyların kaçak aslanı; Murat’ları da bilirimsin. ve nice isimsiz zagros’un özgür kartallarını... Her biri şarapnel, her biri atik sapan taşı. Çelik yürek, çelik bilek yiğitleri…
Gündüz güneşi, gece ay ve yıldızları. Görmek mi derdin: Gel zeydana, kalesiye, Gel özgür kelxasiye…
Elini atsan avuçlarında, Her bir yanın yıldız cümbüşü, Her biri ateş böceği, yerlere saçılı, Her birde patlayan havai fişek çılgınlığı…
Altın bir tepsi misali Başucunda ayın ta kendisi… Bir umut bir heyecan, öte tarafı dersiz tasasız yüreğin. Al sana çıldırasıya, öz yurdun…
Zeydana giderdik her bahar, Baharın müjdecileri newroz çiçekleri… Geceleri eserdi esinti rüzgârı Ve de derelerin çağlayan sesi. Sarılırdık yün yorgana. Çocuk sevinci ile hayata. Sarılırdık yorgan yastığa, daha bir sıcak, da bir içten...
Dert sineli, yürekten çileli, hem de gamlı… İri tombul analarımız, ninelerimiz vardı. Gece yıldız yorgan altında sarılışlarımız, çocuk fırlamalığı ile şımarıklığımız, kavga güreşlerimiz, Eksik olmazdı burun kanamalarımız…
Ve uzak rüzgâr ve çakal sesi, Uzak huzuru-sükûn çırçır sesi, Hepside gecenin efendisi, Her biride gecenin susmaya has lir sesi…
Kulak kirişte, pür dikkat karanlığa dalgın gözler Büyüklerin o Canavar-Mar masaları…
Ataların dan duydukları; Onların bile görmedikleri, Zülfü-Anka, Canavar, Dev masalları…
Her bir yeniçağa, yeni eklemeler ile. Çok sonra anlayacaktık, Yeni nesil zalim canavarları, Olmuştu oysa bizim canavar, yanında bir Melek. Adı da Sistem olanda...
Neyse... Kuru gürültüye pabuç ne gerek, Bize has, bize öz gerek…
Ver elini; biz gene zeydana, biz gene wareye, gidek…
Diğer komşu komdan, Xalo Resul’ün karanlığa, uzak Son nefes cığara ateşi. Naja Xej’ın sitil teneke sesi. Henüz sağdı sütü Bu baharda bereketli otlar Bu sene de peş peşe oğlak, kuzular…
Rüzgârın esintisi ile kom’un kuru yaprak hışırtı sesi. Geceye bir kasvet, geceyi sarmış sanki devler, canavarlar hissi. Gece zifiri karanlık ve bitmeyen akşam masalları…
Yorgan altında yorgun çocuk bedenler, Dalardı çocuk uykusuna…
Böcek sesleri ile kırpışırdı ay ışığında düşler. Ve gün doğmadan Ağılarda yükselen, kuzu sesleri Daha henüz gün ağarmadan, Kalkardı sabah namazına Kalkardı rahmetliler…
Zeydan uykusu Ne tatlı, Ne güzel sabahın serini, ne güzel rüzgârın esen ılık nefesi…
O anaların: baw werz, baw taştere bi, bo dıwar gewdı gesıt merd... Belki defalarca derdi hiç bıkmadan, sevgi şefkati ile erken kalk yalvarışları. Yüce sabırları ile o dert sineli analar…
Bizde uyku tatlılığında tike daa tike daha poj deke dı deke… Daha uyku der, bezende yüze kadar saydırırdık. Saniye hızında yüze kadar sayma yüz bitti eli, oda bitti yirmi… Bu hep böyle sürer giderdi. Binlerce kez uyur ve gene saniyelik uykulara tekrar dalardık. Ulu zeydan ağaçların altında bir daha, bir daha… hiç uyanmamak istercesine....
bıra ne güzel anlatmışsın köyü mehoyu.
duygulanmamak elde değil. o köyümüzü o vadileri o remelek ve ini pili ne
güzel anlatmışsın. saygılarımı sunarım.
ASLAN MEMO (Ferman Zagros)
Bıra: Dinle, bu sana Kelxasi’de ihanetin şerbeti ile bunamış bir kalleşliğin gerçek hikayesidir…
Aylardan Temmuz Karanlık ve sessizdi, Bunaltan bir sıcak. Köye doğru usulca yaklaşan ayak sesleri, Yeni bir direniş Yeni bir başlangıç umudu, usulca yaklaşır… bir miladın sorgulayıcıları. bir halkın, kaybolan öz kimliğini dirilten savaşçı çocukları, yürür tek sıra asil fedailer. Solgun ay ışığında Ardı sıra uzanan patika yol, diz boyu çayırlara sürünen mavzer namlusu.
Sonra… Sonra bilmezdi bilinmezdi, düşman pusuda Beklerdi yiğit beşleri. Kimi adi sansar Kimi iki parya satılmışlar… Gözler kan parıltısı, Kalpleri ihanet sarhoşluğu, ihanetin namlusuna dökülen kan ter, çıldırtan bekleyiş göğsünü çatlatan soluk alışlar korkunun ta kendisi pusuda…
İşte böyle Bıra; xayın bir wext…
O an yaklaşan ayak sesleri ile İrkildi gece, Dondu kan dondu ilik ve de paramparça bir umut…
Korkular daha da büyüdü Yürekler göğüs kafesini yararcasına…. Tek sıra halinde köye giriş Gecenin yirmi üçü, Düşman acımasız Düşman alçak Düşmen tersonek…
Kalleş kurtçular bak pusuda, Kan içmek için doğrultu ihanetin namlusunu… gecenin sesliğini bozan seri makine ardından bir daha bir daha… sonra boş tetik sesi. Tık tık… tükenmişti fişek şarjörde oysa tükenmemişti düşmanın korkusu. solgun ay ışığında telaşlı bir kaçış düşmanda korku had sefasında. devrilen bir gölge dere ağzında sonuna kadar süründü çalıların ardına… Memo, yay gibi atik yarasını hiçe sayarak ağır yaralıydı, ağır sevdalı, göremesem diye memo…
Emin değildi hain düşman Ağır bir sesizlik kaplamıştı köyü İhanetin tanıkları cırcır böcekleri, artık onlarda susmuştu. Saniyeler yıllara tanık gibiydi Geçmek bilmez gece bir türlü… Bir an sabah olsun diyen düşman, Ardına bakmaz Kojkonağ’a kaçışı Tüwersiye’de saklı puslanışı.. yüreği Çatlarcasına gümbür gümbür…
Ağır sesizlikte gece tekrar bozuldu Bu sefer ses daha ağır daha korkunçtu, Korku düşmanın ciğerini patlatırcasına… Kolay teslim olmam dercesine düşmüştü memo bir gece vakti. Birlerini sevmişti belki Bekle demişti Anıları kanlı sayfalarda Cebinde kanlı ekmek kırıntıları. Elbet bir gün yoldaş tutacağım elerinden koşacağız sonsuzluğun kırlarına … Haykırıyordu adeta cansız bedeni Elbet bir dün diyordu memo bir eli kanlı zafer işreti Bedeni namert şarapnel darbeleri, Beyinlere kazınan Sonsuza dek özgürlük sözleri…
Oysa düşman titriyordu sabaha kadar Cansız bedeni düşmana korku verene kadar… Sabahın sabahını bekledi karanlık şer Usulca yaklaştı gariban köylüler, Düşman geride seri soluk alışlar eller tetikte Yeni bir sürpriz olur diye…
Oysa memo Kavuşmuştu çoktan şehitlik mertebesine…
Yeter o kadar korku yüreklerine. Şafakla vakti sonrası Bir ordu uçuştu cansız bedenine tekrar dirilir korkusu ile ısındı yine namlular doymamıştı düşman halla Bedeninin parçalarcasına Doğrulan ihanet namlular…
Saatler geçti teşhir edildi köy halkına Çoğu bakamadı o heybetli bedenine Zorla baktırıldı ders olsun dercesine buda yetmedi attılar bedenini meydanlara hadi gelin görün zavallı gücümüzü derecesine…
Bir ara ağlamaklı Hıçkırıklı, ürkercesine Yaşlı dudaklardan yükseldi ağıtlar Dağlara doğru, Leyro tı çı rındi Leyro tı çı delali… ağıtlarla su serpildi yüreklere sesiz ağlamaklı haller…
kimine dipçik tekme, kiminde küfürlü haller, sualler tıpkı kudurmuş köpekler…
çaresiz çekildi köylüler hollere.
işte böyle memo… vurdular seni solgun ay ışığında, doyamadılar üç beş yeğin kuşuna tekrar tekrar ….kusturulan namlular…
yaa! bıra: memo böyle düşerken yenilgi kahrı ile. Yağma-talan akınından beri, tarumardı zaten düşman taa Moğolisandan Kürdistana…
o gece Çemi Dicle bağrı kan, ser Ziyar gönlü ziyandı, gene ihanetin birini daha özünde yaşadı özgür Kelxasi özgür Kelesi… bağrında saklı sırları ile ağlasam mı gülsem mi dercesine.
Ve sen Aslan Memo Yerde boylu boyu düşmana alay gülümsüyordun bedeninle, oysa henüz gün ağırmadan çoktan çıktın yola o şahadet mertebesine bir kartal olup aktın Kelesi vadisinden Zeydana, Kıralkızı batağından Kelewek’e süzülüyordun sen… süzülüyordun şimdi kanla sulanan özgür Zagros dağlarında…
Bıra: Dinle, bu sana Kelxasi’de ihanetin şerbeti ile bunamış bir kalleşliğin gerçek hikayesidir…
Aylardan Temmuz Karanlık ve sessizdi, Bunaltan bir sıcak. Köye doğru usulca yaklaşan ayak sesleri, Yeni bir direniş Yeni bir başlangıç umudu, usulca yaklaşır… bir miladın sorgulayıcıları. bir halkın, kaybolan öz kimliğini dirilten savaşçı çocukları, yürür tek sıra asil fedailer. Solgun ay ışığında Ardı sıra uzanan patika yol, diz boyu çayırlara sürünen mavzer namlusu.
Sonra… Sonra bilmezdi bilinmezdi, düşman pusuda Beklerdi yiğit beşleri. Kimi adi sansar Kimi iki parya satılmışlar… Gözler kan parıltısı, Kalpleri ihanet sarhoşluğu, ihanetin namlusuna dökülen kan ter, çıldırtan bekleyiş göğsünü çatlatan soluk alışlar korkunun ta kendisi pusuda…
İşte böyle Bıra; xayın bir wext…
O an yaklaşan ayak sesleri ile İrkildi gece, Dondu kan dondu ilik ve de paramparça bir umut…
Korkular daha da büyüdü Yürekler göğüs kafesini yararcasına…. Tek sıra halinde köye giriş Gecenin yirmi üçü, Düşman acımasız Düşman alçak Düşmen tersonek…
Kalleş kurtçular bak pusuda, Kan içmek için doğrultu ihanetin namlusunu… gecenin sesliğini bozan seri makine ardından bir daha bir daha… sonra boş tetik sesi. Tık tık… tükenmişti fişek şarjörde oysa tükenmemişti düşmanın korkusu. solgun ay ışığında telaşlı bir kaçış düşmanda korku had sefasında. devrilen bir gölge dere ağzında sonuna kadar süründü çalıların ardına… Memo, yay gibi atik yarasını hiçe sayarak ağır yaralıydı, ağır sevdalı, göremesem diye memo…
Emin değildi hain düşman Ağır bir sesizlik kaplamıştı köyü İhanetin tanıkları cırcır böcekleri, artık onlarda susmuştu. Saniyeler yıllara tanık gibiydi Geçmek bilmez gece bir türlü… Bir an sabah olsun diyen düşman, Ardına bakmaz Kojkonağ’a kaçışı Tüwersiye’de saklı puslanışı.. yüreği Çatlarcasına gümbür gümbür…
Ağır sesizlikte gece tekrar bozuldu Bu sefer ses daha ağır daha korkunçtu, Korku düşmanın ciğerini patlatırcasına… Kolay teslim olmam dercesine düşmüştü memo bir gece vakti. Birlerini sevmişti belki Bekle demişti Anıları kanlı sayfalarda Cebinde kanlı ekmek kırıntıları. Elbet bir gün yoldaş tutacağım elerinden koşacağız sonsuzluğun kırlarına … Haykırıyordu adeta cansız bedeni Elbet bir dün diyordu memo bir eli kanlı zafer işreti Bedeni namert şarapnel darbeleri, Beyinlere kazınan Sonsuza dek özgürlük sözleri…
Oysa düşman titriyordu sabaha kadar Cansız bedeni düşmana korku verene kadar… Sabahın sabahını bekledi karanlık şer Usulca yaklaştı gariban köylüler, Düşman geride seri soluk alışlar eller tetikte Yeni bir sürpriz olur diye…
Oysa memo Kavuşmuştu çoktan şehitlik mertebesine…
Yeter o kadar korku yüreklerine. Şafakla vakti sonrası Bir ordu uçuştu cansız bedenine tekrar dirilir korkusu ile ısındı yine namlular doymamıştı düşman halla Bedeninin parçalarcasına Doğrulan ihanet namlular…
Saatler geçti teşhir edildi köy halkına Çoğu bakamadı o heybetli bedenine Zorla baktırıldı ders olsun dercesine buda yetmedi attılar bedenini meydanlara hadi gelin görün zavallı gücümüzü derecesine…
Bir ara ağlamaklı Hıçkırıklı, ürkercesine Yaşlı dudaklardan yükseldi ağıtlar Dağlara doğru, Leyro tı çı rındi Leyro tı çı delali… ağıtlarla su serpildi yüreklere sesiz ağlamaklı haller…
kimine dipçik tekme, kiminde küfürlü haller, sualler tıpkı kudurmuş köpekler…
çaresiz çekildi köylüler hollere.
işte böyle memo… vurdular seni solgun ay ışığında, doyamadılar üç beş yeğin kuşuna tekrar tekrar ….kusturulan namlular…
yaa! bıra: memo böyle düşerken yenilgi kahrı ile. Yağma-talan akınından beri, tarumardı zaten düşman taa Moğolisandan Kürdistana…
o gece Çemi Dicle bağrı kan, ser Ziyar gönlü ziyandı, gene ihanetin birini daha özünde yaşadı özgür Kelxasi özgür Kelesi… bağrında saklı sırları ile ağlasam mı gülsem mi dercesine.
Ve sen Aslan Memo Yerde boylu boyu düşmana alay gülümsüyordun bedeninle, oysa henüz gün ağırmadan çoktan çıktın yola o şahadet mertebesine bir kartal olup aktın Kelesi vadisinden Zeydana, Kıralkızı batağından Kelewek’e süzülüyordun sen… süzülüyordun şimdi kanla sulanan özgür Zagros dağlarında…
JİYAN DÜJWAR ( Burusk… Gençliğimiz )
Bu parça beni 1989 yağmurlu bir sonbahar mevsiminin ilginç ve de gururlu bir anısına götürür… Her dinlediğimde o maziyi yaşar, onu ve onurlu mücadelesini saygı ile anarım.
O yıllar Mehmet (Mexo), aramızdaydı. Mehmet; ufak tefek, sevimli ve herkesçe sevilen bir gençti… onu daha çok köyde Kelxasi’de gençlerin sık toplandığı Gençlik Parkı dedikleri bir yer vardı. İşte Mexo orya hep takılır. Hemen hemen her köy gencinin yaptığı gibi Mexo’da Babasından aşırdığı Tütünü sarar, dumanını Kavakların gölgesinde savururdu… Mexo, pek konuşmazdı, adeta durgun bir ırmak gibiydi. Çağlayanı nerde olduğunu bilmediği bir Dicleyü-Ferhat gibi. Patlamaya hazır baş aşağı çarpan bir şelale, içinde paramparça olmuş su zerrecikleri gibi... Bazen de bir duvara omzuna yaslanır varlığını adeta kaybederdi… yarın ne olacak bile demez, hiçbir şeyi umursamazdı… Köyde çoğu kez gençler birbirlerini kısa isimlerle hitap ederdi… Bu isimler: Xesso, Mexo, Exmo, Mısto, Elo, vs… isimler. Tabi bu isimler küçümseme değil, samimiyetin ve sıcak ilişkilerin adıydı… Bizde Mehmet’te de Mexo derdik… Mexo zayıf, çelimsiz görünümünde olsa da, bir Panter kadar çevik, Çita gibi hızlıydı. Köyümüzün hemen aşağı vadisinde Dicle’ye bakan tarafında Düz Awar denilen bir arazi vardır. Bu arazi Köylünün ekin ekmediği sene, gençlerin futbol sahasıydı. Yılın her günü oraya toplanır doyasıya top oynardık. işte Mexo öyle çelimsiz görünüşüne rağmen, kimse ayağından topu alamaz, onun kadar hızlı hareket edemezdi. Topu bir kaptı mı gol atmaması mümkün değildi… Bu hızı ile herkes ona; Pele Mexo da derdi. Mexo’nun marifetleri bunlarla sınırlı değildi. Hele bir de düğünlerde bir halay tutuşu yok mu!?... Kelhasi köyümüzde Bahar ve Yaz aylarında, Davullu Zurnalı düğünler eksik olmazdı. Tüm köylüler bir daire çevresinde meydanda toplanır, halaya çıkanları seyreder, keyif alırlardı… Bu düğünler; aynı zamanda kaçamak Aşıkların bakışma fırsat yeriydi. Bazen de yeni Aşıkların ve Evliliklerin başladığı yerler olurdu… Hal böyle iken, köyün gençleri oyun alanına dökülür en güzel hünerlerini sergilerdi. En güzel oynayan günlerce kendinden söz ettirir, herkesin gözdesi olurdu. İşte Mexo her düğünün favorisi idi. Kendini Davulun ritmine verir, tüm bedeni ile ortalığı inletirdi. Bazen arada bir tısst tıs tısst!.. ses nefesi hoştu. Herkesi mest ederdi. Hele o orta meydanda bir oyunu yok mu… İşte bu üç ayak, Yılanı aldatma. Gowenda Tik, Yılanın başını ezme oyunudur. Mexo bir elinde Dısmal diğerinde Kesko, Soro, Zer (yeşil, sarı, kırmızı ) poşisi. Kolları bir Kartal kanadı gibi iki yana açık. keskin Kartal gözleri, yerdeki Üjde (ejder) dev Yılanı’nın üzerinde ve düşmanın etrafında sıçramalı şaşırtmaca oyunlar ve de kötülüğün başını iyice ezme hızlı ayak hareketleri… Bu, Coğrafyamıza has bir yöresel oyun olup, bir Miladi süre var olmuştur… Bunun yanında herkesi kahkahaya boğan duruşlar da eksik olmazdı. Ve eksik olmazdı bir zamanların yaşlı delikanlıları… Onlarda meydan da boy gösterir, elinde Dısmal, davulun ve zurnanın ritmine taa damardan gelen titremelerle, ortalık bir an olur hercü merc, olur virane… Herkes onları rahmetle anar. Mehmet ufak tefek yaramazlıkları ve de gizli çapkınlıkları olsa da tüm köy ahalisi onu severdi… Mexo bazen parasız ve cığarasız kalırdı, köyden Annesinin itinayla hazırladığı kaymak yoğurt ayranı, mevsimlik sebze ki bunlar; Üzüm, Domates, Salatalık vs. yiyecekleri, Alacakaya’ya Ğuleman (Guleman) camii çevresinde kurulan pazara götürür, malını kendi gönlünce satardı. Ğuleman pazarına genelde çevre köylerden getirilen; Hayvansal ve Bağ Bahçe ürünleri, beleş denecek kadar ucuza satılır, halkın dostane ilişkilerini adeta pekiştirirdi. Özellikle: Alacakaya (Ğuleman ), Maden (Mexde), Piran (piro), Palo (Palı), ilçelerin çevre köylerinden gelen bu yiyecekler ve katıklar, Memleketin belki de Dünyanın en lezzetli ve kaliteli yiyecekleridir. Hele Şire Üzümü yok mu?!.. Dünyada bir eşi bile yok. Lezzetine adeta doyum olmaz. Köyümüzün yukarı taraflarında bulunan: İni Pil ve Remelek Buz kesen suların çevresine oturur, bağ ve bahçelerden topladığımız bu yiyecekleri suda tutar buz gibi yerdik. Kahkaha ve gülücüklerle geçen o her bir sayfası anılarla yüklü maceralı gençlik günlerimiz, böyle geçer giderdi… Köy yaşantımız sadece bunlarla kısıtlı değildi. Her Ayın kendine özgü bir güzelliği, her Mevsiminde kendine has bir havası vardı. Örneğin: Haziranda-Temmuzda, Buğday ve Saman. Eylül-Ekim de, Bağ ve Bahçe. Kasım-Aralık, Kışlık Odun, çalı çırpı ve Zahire depolama. Ocak-Şubat, av ve bitmek bilmeyen misafirlerin gece hikaye masalları… Mart-Nisan, ise, Yayla ve Koyun Kuzu zamanı… işte yaşamın özü ve asla bitmeyen has bir doğa ve sonsuz bir macera gibi anılar… Hele birde köyümüzün hemen altında gürül gürül akan; Büyük Dicle Nehri’nin ikinci ana kolu olan, Çemi Kelxasi, Çemi Bexro. Her dönem Balık avına gider keyif çatardık… “… Bezende konuk olurdu çat kapı özgür savaşçılar, çocuk gözü ile o yanık sulet’lere hayran bakışlar. Derken gitmeler, kim bilir belki bir daha dönmeyecekler “ Hewal Xatırbı Şıma son veda gibi sözler…” Gece karanlık, ay ışığında hain sinsi gölgeler, ertesi gün bulur kendini, karakol mezat ispiyon pazarında, ve başlar, bir alçak ispiyoncu fesadın ardından gözaltılar. Hapisler, sürgünler, çapul teklifler… ve İşkenceler ile Gençliğine kıyılan Babo’lar… Bak onun içindir Mexolar.. Onun içindir, onuru satılmışa sövmeler Ondandır yoldaş Bursklere, Bawerlere olan sevmeler… “ Mexo’yu en son, köyde bir misafirlikte gördüm. Kısa bir sohbetten sonra Telewizyon’da sunulan, flaş habere dikkat kesildik. Haberde Apocuların Van’ının civar karakollarının birine, baskın yapıp Beş Güvenlik görevlisini vurulması ile herkesin kendince yorumlarına tanık oldum… Bu yorumlar çoğu hayıflanama idi… Mexo suskundu. Kim bile bilirdi ki gün gelecek bu suskunluğu bu gibi olaylara baş Rol ocaktı. Ve konuşulacaktı yiğitlik macerası. Ta ki düşmanı küçümseyip kalleş bir kurşuna hedef olana dek. Yer, Cahaş Hıngoni (Engene) yolu. Mexo Komutasında bir gurup Halkın Savaşçı Gerillaları. El tetikte yolu berisinde saklı bir vaziyete. Yolun ardı sıra üç beş araç. Mexo denetiminde araçlara kimlik kontrolü. Hepsi tanıdık, bir hata olmaz deyip araçlardan çıkan köylülere o sempatik güler yüzü ile: “ Selamunalleyküm!...” deyip minibüs şoförüne elini uzattı “ Me tersi, ez Kelxasıra Laj Ferxo, Mexmed- Burusk...” (Şimşek) Daha henüz cümlelerini bitirmeden kancık pusuda patlayan mermi… “… Henüz daha sıcaktı kurşun yarası, ne olduğunu anlamadan devrildi Mexo… devrildi ulu bir çınar gibi yolun ortasına ve gırtlağından sızan kızıl kan. Karıştı toz toprağa. Daha dün gibi sanki şimdi. O an bir gürültü, feryat figan Ortalık oldu toz duman, hani nerde korkak düşman… İşte başlıyor bir Efsane. Adı Burusk, mücadelesi Berxudan Jiyan… Gelgelselim Jiyan Düjwar parçasına … Yağmurlu bir kışın başlangıcıydı. Ğuleman dan Kelxasiye. Meşhur Xej Kadır’in (Hacı Kadir) o emektar dolmuşu. Arada bir tekleyen ve de itekleyen o sarı dolmuşu. İçerde üç beş köylü yağan yağmuru seyrede durur. Ve ara sıra dolmuşa binen köylülerin selam ve sohbeti. Ön sırda Mexo ile oturmuş memleket meseleleri ile ilgili fikri sohbet ve de muhabbet. Sohbet esnasında Cebinden bir kaset çıkardı bu yeni bir Kürtçe kaset. Teybe koydu. ilk parça çalmaya başladı. Lorikamı şarkısı o kadar güzel çalıyordu ki bir an ortalık sesizleşti. Şarkının ezgisi herkesi duygulandırdı o ezgi yağmurlardan akıp Dicle’ye oradan da bütün Botan’ı suladı ve Dağlara selam götürdü. Ve bitti… Mexo iyi bir seçim yaptım keyfi ile kaseti tekrar çevirip aynı parçayı defalarca köylüye dinleti. Herkes memnundu bu hareketten. Derken dolmuş doldu, koltuklar sıkıştı ve hareket saati… Eski emektar yavaş yavaş yol alırken; Mexoya kaseti ver, akşam kayıt yapıp sana yollarım dedim. Biraz nazlansa da beni kırmadı, kabul eti. Ama kasete bir şey olmasın diye sıkıca tembihledi. İşte o kaset ve kollarını göğsüne bağlamış, boynu yana bükük eski bir resmi halen bende duruyor. Lorikamı parçasını her dinleyişimde o yağmurlu günde köy dolmuşu içinde Mexoyu hatırlarım. Jiyan Düjwar ile daha da bir hüzünlenir Mexo’yu daha bir saygı ile anarım… Unutmayan Dostları adına…
Bu parça beni 1989 yağmurlu bir sonbahar mevsiminin ilginç ve de gururlu bir anısına götürür… Her dinlediğimde o maziyi yaşar, onu ve onurlu mücadelesini saygı ile anarım.
O yıllar Mehmet (Mexo), aramızdaydı. Mehmet; ufak tefek, sevimli ve herkesçe sevilen bir gençti… onu daha çok köyde Kelxasi’de gençlerin sık toplandığı Gençlik Parkı dedikleri bir yer vardı. İşte Mexo orya hep takılır. Hemen hemen her köy gencinin yaptığı gibi Mexo’da Babasından aşırdığı Tütünü sarar, dumanını Kavakların gölgesinde savururdu… Mexo, pek konuşmazdı, adeta durgun bir ırmak gibiydi. Çağlayanı nerde olduğunu bilmediği bir Dicleyü-Ferhat gibi. Patlamaya hazır baş aşağı çarpan bir şelale, içinde paramparça olmuş su zerrecikleri gibi... Bazen de bir duvara omzuna yaslanır varlığını adeta kaybederdi… yarın ne olacak bile demez, hiçbir şeyi umursamazdı… Köyde çoğu kez gençler birbirlerini kısa isimlerle hitap ederdi… Bu isimler: Xesso, Mexo, Exmo, Mısto, Elo, vs… isimler. Tabi bu isimler küçümseme değil, samimiyetin ve sıcak ilişkilerin adıydı… Bizde Mehmet’te de Mexo derdik… Mexo zayıf, çelimsiz görünümünde olsa da, bir Panter kadar çevik, Çita gibi hızlıydı. Köyümüzün hemen aşağı vadisinde Dicle’ye bakan tarafında Düz Awar denilen bir arazi vardır. Bu arazi Köylünün ekin ekmediği sene, gençlerin futbol sahasıydı. Yılın her günü oraya toplanır doyasıya top oynardık. işte Mexo öyle çelimsiz görünüşüne rağmen, kimse ayağından topu alamaz, onun kadar hızlı hareket edemezdi. Topu bir kaptı mı gol atmaması mümkün değildi… Bu hızı ile herkes ona; Pele Mexo da derdi. Mexo’nun marifetleri bunlarla sınırlı değildi. Hele bir de düğünlerde bir halay tutuşu yok mu!?... Kelhasi köyümüzde Bahar ve Yaz aylarında, Davullu Zurnalı düğünler eksik olmazdı. Tüm köylüler bir daire çevresinde meydanda toplanır, halaya çıkanları seyreder, keyif alırlardı… Bu düğünler; aynı zamanda kaçamak Aşıkların bakışma fırsat yeriydi. Bazen de yeni Aşıkların ve Evliliklerin başladığı yerler olurdu… Hal böyle iken, köyün gençleri oyun alanına dökülür en güzel hünerlerini sergilerdi. En güzel oynayan günlerce kendinden söz ettirir, herkesin gözdesi olurdu. İşte Mexo her düğünün favorisi idi. Kendini Davulun ritmine verir, tüm bedeni ile ortalığı inletirdi. Bazen arada bir tısst tıs tısst!.. ses nefesi hoştu. Herkesi mest ederdi. Hele o orta meydanda bir oyunu yok mu… İşte bu üç ayak, Yılanı aldatma. Gowenda Tik, Yılanın başını ezme oyunudur. Mexo bir elinde Dısmal diğerinde Kesko, Soro, Zer (yeşil, sarı, kırmızı ) poşisi. Kolları bir Kartal kanadı gibi iki yana açık. keskin Kartal gözleri, yerdeki Üjde (ejder) dev Yılanı’nın üzerinde ve düşmanın etrafında sıçramalı şaşırtmaca oyunlar ve de kötülüğün başını iyice ezme hızlı ayak hareketleri… Bu, Coğrafyamıza has bir yöresel oyun olup, bir Miladi süre var olmuştur… Bunun yanında herkesi kahkahaya boğan duruşlar da eksik olmazdı. Ve eksik olmazdı bir zamanların yaşlı delikanlıları… Onlarda meydan da boy gösterir, elinde Dısmal, davulun ve zurnanın ritmine taa damardan gelen titremelerle, ortalık bir an olur hercü merc, olur virane… Herkes onları rahmetle anar. Mehmet ufak tefek yaramazlıkları ve de gizli çapkınlıkları olsa da tüm köy ahalisi onu severdi… Mexo bazen parasız ve cığarasız kalırdı, köyden Annesinin itinayla hazırladığı kaymak yoğurt ayranı, mevsimlik sebze ki bunlar; Üzüm, Domates, Salatalık vs. yiyecekleri, Alacakaya’ya Ğuleman (Guleman) camii çevresinde kurulan pazara götürür, malını kendi gönlünce satardı. Ğuleman pazarına genelde çevre köylerden getirilen; Hayvansal ve Bağ Bahçe ürünleri, beleş denecek kadar ucuza satılır, halkın dostane ilişkilerini adeta pekiştirirdi. Özellikle: Alacakaya (Ğuleman ), Maden (Mexde), Piran (piro), Palo (Palı), ilçelerin çevre köylerinden gelen bu yiyecekler ve katıklar, Memleketin belki de Dünyanın en lezzetli ve kaliteli yiyecekleridir. Hele Şire Üzümü yok mu?!.. Dünyada bir eşi bile yok. Lezzetine adeta doyum olmaz. Köyümüzün yukarı taraflarında bulunan: İni Pil ve Remelek Buz kesen suların çevresine oturur, bağ ve bahçelerden topladığımız bu yiyecekleri suda tutar buz gibi yerdik. Kahkaha ve gülücüklerle geçen o her bir sayfası anılarla yüklü maceralı gençlik günlerimiz, böyle geçer giderdi… Köy yaşantımız sadece bunlarla kısıtlı değildi. Her Ayın kendine özgü bir güzelliği, her Mevsiminde kendine has bir havası vardı. Örneğin: Haziranda-Temmuzda, Buğday ve Saman. Eylül-Ekim de, Bağ ve Bahçe. Kasım-Aralık, Kışlık Odun, çalı çırpı ve Zahire depolama. Ocak-Şubat, av ve bitmek bilmeyen misafirlerin gece hikaye masalları… Mart-Nisan, ise, Yayla ve Koyun Kuzu zamanı… işte yaşamın özü ve asla bitmeyen has bir doğa ve sonsuz bir macera gibi anılar… Hele birde köyümüzün hemen altında gürül gürül akan; Büyük Dicle Nehri’nin ikinci ana kolu olan, Çemi Kelxasi, Çemi Bexro. Her dönem Balık avına gider keyif çatardık… “… Bezende konuk olurdu çat kapı özgür savaşçılar, çocuk gözü ile o yanık sulet’lere hayran bakışlar. Derken gitmeler, kim bilir belki bir daha dönmeyecekler “ Hewal Xatırbı Şıma son veda gibi sözler…” Gece karanlık, ay ışığında hain sinsi gölgeler, ertesi gün bulur kendini, karakol mezat ispiyon pazarında, ve başlar, bir alçak ispiyoncu fesadın ardından gözaltılar. Hapisler, sürgünler, çapul teklifler… ve İşkenceler ile Gençliğine kıyılan Babo’lar… Bak onun içindir Mexolar.. Onun içindir, onuru satılmışa sövmeler Ondandır yoldaş Bursklere, Bawerlere olan sevmeler… “ Mexo’yu en son, köyde bir misafirlikte gördüm. Kısa bir sohbetten sonra Telewizyon’da sunulan, flaş habere dikkat kesildik. Haberde Apocuların Van’ının civar karakollarının birine, baskın yapıp Beş Güvenlik görevlisini vurulması ile herkesin kendince yorumlarına tanık oldum… Bu yorumlar çoğu hayıflanama idi… Mexo suskundu. Kim bile bilirdi ki gün gelecek bu suskunluğu bu gibi olaylara baş Rol ocaktı. Ve konuşulacaktı yiğitlik macerası. Ta ki düşmanı küçümseyip kalleş bir kurşuna hedef olana dek. Yer, Cahaş Hıngoni (Engene) yolu. Mexo Komutasında bir gurup Halkın Savaşçı Gerillaları. El tetikte yolu berisinde saklı bir vaziyete. Yolun ardı sıra üç beş araç. Mexo denetiminde araçlara kimlik kontrolü. Hepsi tanıdık, bir hata olmaz deyip araçlardan çıkan köylülere o sempatik güler yüzü ile: “ Selamunalleyküm!...” deyip minibüs şoförüne elini uzattı “ Me tersi, ez Kelxasıra Laj Ferxo, Mexmed- Burusk...” (Şimşek) Daha henüz cümlelerini bitirmeden kancık pusuda patlayan mermi… “… Henüz daha sıcaktı kurşun yarası, ne olduğunu anlamadan devrildi Mexo… devrildi ulu bir çınar gibi yolun ortasına ve gırtlağından sızan kızıl kan. Karıştı toz toprağa. Daha dün gibi sanki şimdi. O an bir gürültü, feryat figan Ortalık oldu toz duman, hani nerde korkak düşman… İşte başlıyor bir Efsane. Adı Burusk, mücadelesi Berxudan Jiyan… Gelgelselim Jiyan Düjwar parçasına … Yağmurlu bir kışın başlangıcıydı. Ğuleman dan Kelxasiye. Meşhur Xej Kadır’in (Hacı Kadir) o emektar dolmuşu. Arada bir tekleyen ve de itekleyen o sarı dolmuşu. İçerde üç beş köylü yağan yağmuru seyrede durur. Ve ara sıra dolmuşa binen köylülerin selam ve sohbeti. Ön sırda Mexo ile oturmuş memleket meseleleri ile ilgili fikri sohbet ve de muhabbet. Sohbet esnasında Cebinden bir kaset çıkardı bu yeni bir Kürtçe kaset. Teybe koydu. ilk parça çalmaya başladı. Lorikamı şarkısı o kadar güzel çalıyordu ki bir an ortalık sesizleşti. Şarkının ezgisi herkesi duygulandırdı o ezgi yağmurlardan akıp Dicle’ye oradan da bütün Botan’ı suladı ve Dağlara selam götürdü. Ve bitti… Mexo iyi bir seçim yaptım keyfi ile kaseti tekrar çevirip aynı parçayı defalarca köylüye dinleti. Herkes memnundu bu hareketten. Derken dolmuş doldu, koltuklar sıkıştı ve hareket saati… Eski emektar yavaş yavaş yol alırken; Mexoya kaseti ver, akşam kayıt yapıp sana yollarım dedim. Biraz nazlansa da beni kırmadı, kabul eti. Ama kasete bir şey olmasın diye sıkıca tembihledi. İşte o kaset ve kollarını göğsüne bağlamış, boynu yana bükük eski bir resmi halen bende duruyor. Lorikamı parçasını her dinleyişimde o yağmurlu günde köy dolmuşu içinde Mexoyu hatırlarım. Jiyan Düjwar ile daha da bir hüzünlenir Mexo’yu daha bir saygı ile anarım… Unutmayan Dostları adına…
ÉYNİ PİL VE BİR SOYKIRIM MESELESİ (Awa éyni Pil)
“Éyni Pil: Sana ve Sana hasret olanlar için ve Bize küs kalmaman için…” Ermeni Soykırımı, birçok amaca dayanır. Biz sadece bu amaçlardan birini kısa özet olarak değerlendirelim. Ki bu, en önemli amaçtır… Ermeniler Hıristiyan dinine mensuptur. İsa’nın öğretisine ve İncil’e inanırlar. Tüm Avrupa ve Orta doğu Halkları gibi, Ermenilerde, Moğol ve Haçlı kıyım ve talan seferlerinden nasibini almıştır. Bu gibi Barbar akınların sonucunda Ermeniler değişik bölgelerde yaşamlarını sürdürmüştür. Ve öz yurtlarında yüzlerce kilometre uzak oldukları halde, dillerinde, dinlerinde ve kültürlerinde bir değişiklik olmamış ve yerleştikleri Coğrafyanın Sosyolojik dokusunu bozmamışlardır. Yerleştikleri yerlere kendi Evlerini ve Kiliselerini inşa etmiş, din Öğretilerini devam etmişlerdir. Kiliselerinin yanında Eğitim Haneleri hep var olmuş ve Babadan Oğla süre gelen el sanatları ve ustalıklarını korumuşlar. Ve sanat ve mesleklerini yaşadığı bölgelerin insanlarında öğretmişlerdir. Örneğin: Demircilik ve Kuyumculukta Ermeniler çok başarılıydılar. Özellikle; Diyarbakır ve Elazığ çevresinde yaşayan Ermeniler, daha çok Demir, Bakır ve Altın eritme ve işleme bu bölgelerde çıkan kalıntılarla doğrulanmıştır. Bu meslek ve sanatkârlıkları ellerinde tutan Ermeniler, Müslümanlar tarafından önemsenmiş ve Ticari alışverişlerden doğan dostluk ve kardeşlikleri sıkı sıkıya bağlanmıştır. Var olan bu avantajlardan dolayı zengin ve saygın olmuşlardır. Kelxasi köyünde, nerdeyse bir asırdır var olan Demirci Ustası, daha çocuk denecek yaşlarda iken, Meşhur Bağin’li (Palo Bölgesi) Ermeni Demirci Ustanın yanına, zorlu bir maceradan sonra ulaşmış, burada çıraklıktan başlayarak, uzun süre çalışmış ve demirciliğin sırlarını öğrenerek usta olmuştur. Daha sonra, kendi köyü olan Kelhasi’ye dönerek, Demircilik (Küre) yapmaya başlamıştır. Bu meslek, köyde halen Dededen Toruna devam etmektedir... Ermeniler, genellikle Yaşadığı bölgelerin arazilerini, gerçek sahipleri olan Kürtlerden satın alarak, bu araziler üzerinde güzel yapılar inşa etmişlerdir. Ağaçlık ve Sulak bölgeleri tercih eden Tüccar Ermeniler, su kaynaklarına da önem vermiştir. Alacakaya, Kelxasi köyünde bulunan Éyni Pil, yani Büyük Çeşme: 16 Y.yılın ilk çeyreğinde; Ermeniler tarafından yapıldığı sanılıyor. Éyni Pil, Büyük Ziyaret Dağının eteklerinde yer alan mermer kayaların arasından süzülerek, yeryüzüne çıkar. Suyu çok soğuk olup, halk arasında Karpuz çatlatan su da derler. Öyle ki, elinizi bu suda yarım dakika bile tutamasanız. Büyük Çeşme (Éyni Pil) suyunun çıktığı kaynak yeri, Dikkat çekici güzelliği ile taş ve kireç betondan yapılmış ve suyun çıkış yeri bir mağarayı andıran ve iç kısmı iki metre karelik yuvarlak bir şekle sahip olup, tavanın ortası dışarıya açılan bir delik ve dörtte üçü toprak hendeğe saklı tarihi bir yapıdır. Eskiden, suyun çıkış yeri bazen kapatılıp Bu odaya hapis olan su, tavanda mevcut olan delikten fışkırarak, suyun ulaşamadığı bölgelerde bulunan bağ ve bahçelerin sulama ve de en önemlisi şu an var olmasa da çıkan kalıntılardan anlaşıldığına göre bu tavan deliğinden yükselen su, kırmızı toprak çömlekten yapılma künk denilen kanallardan akarak oraya yakın olan Ermeni Kilisesine suyu taşınırdı. Éyni Pil’in Yakın zamana Kadar kesme bir kaya üzerinde kitabesi bulunuyordu. Her nedense bu kitabe ortadan kayboldu. Veya bilinçsiz kişiler tarafından, tıpkı öteki tarihi yapılar gibi tahrip edildi. Henüz yakın zaman öncesine kadar, Éyni Pil ve çevresi, binlerce çömlek ve işlenmiş taş kırıkların adeta cenneti gibiydi. Soykırımdan sonar o bölgeye özellikle Altın bulma hevesi ile var olan yapılar da tahrip olmuştur. Her bir duvarın ve her bir ağacın dibi didik didik kazılmış, tarihi dokular harap edilmiştir. Tesadüf veya bilerek çıkan Altın, Gümüş veya Süs Eşyaları, Kılıç, Hançer, Ok Ucu, Balta, Kazma, eski tüfek demirleri vs. araç gereçler, bulunmuştur. Komşu Ermenilerin Yerleşim yeri Tüwer Siye (Kara Tut) dediğimiz bölge çevresinden, Remelek suyunun arka taraflarına kadar geniş bir alana yerleşmiş olmaları var olan buluntularla ispatlıdır. Eminiz ki Éyni Pil çevresinde ciddi bir Arkeolojik çalışma yapılsa çok değerli bulgular orta çıkacaktır. Hata Kelhası da birçok kişi, Bağ Bahçelerde gizli kazılar yaparak veya Tarlalarında tesadüfen Hazine denecek kadar değerli eşyalar bulmuş, bunları bilinçsizce satmışlardır… Bir söylentiye göre; Köyün üst taraflarında, Xırba Konak (Harabe Konak Tepesi) denilen yerde çoban çocukların tarlada oyun maksadı ile eşelediği topraktan, tesadüfen bulduğu küplerden çıkan, İsa Meryem heykeli, altın Haç ve altın paralar bulunmuştur. Uyanık köylü, Küplerin boş olduklarını söylese de gizli zenginliği saklanamazdı. Hatta Çıkan o küpler halen evlerde kullanılıyor. Tabi bu ayrı bir hikâyedir… Çünkü bu bölge birkaç yüz yıl Ermenilerin arazileri idi ve bu bölge 1900 yılarında, İttihat ve Terakkicilerin kanlı örgütü olan. Teşkilat-ı Mahsusa (şimdiki Ergenekon Terör Çetesi benzeri) yağmacı çeteleri tarafından zorla alınmış, çevre sakinlerini de kıyımdan geçirerek mallarına el koymuştur. Yüz yıllarca kardeş gibi yaşadığımız, bazen de en iyi çocukluk arkadaşlarımız olan ve köy küçelerinde âşık oynadığımız Ermeni arkadaşımız, belki dinimiz, dilimiz farklı ama insani yönlerimizin ortak olduğu ermeni komşular. Bir gecede gâvur olup canavar Provakte edilmiş ve katli vaciptir denilerek, Kanuni Ali Osman toprakların her karışında, artık bir Ermeni Avı başlamıştır. İttihatçılar, sadece Kelxasi değil. Kalan Son Osmanlı Devletinin dört bir yanında bir katliam başlamıştır. O yörenin yaşlıları çok iyi bilir. Bu gerçekleri birde canlı tanıklarından duymak daha yerinde olur. Ermenileri uçurum boylarından aşağı atmalar. Kurşuna dizip toplu mezarlara gömmeler. Irza geçmeler, mallarını yağmalayıp talan etmeler vs… vs… Güzel kızlarına dokunmayıp zorla Müslüman edip, onlarla evlenmelerin örnekleri sayısızdır. Mesela bir örnek verelim: Kelxasi de bir aile, Anne tarafı Ermenidir. Kızın ailesi iki Abisi hariç Çete elemanlarınca kafaları kesilmiş. Ağabeylerde dağlara saklanıp soykırımdan kaçabilmiştir. Yakın zaman kadar bu erkek kardeşler, kız kardeşlerinin sağ olduğunu öğrenmiş, kendisine yurt dışından belli dönemlerde çok kez para gönderdiği herkesçe bilinir. Bu kardeşlerin üçüncü kuşak torunları ile bizzat diyalog kurulmuştur. Merak eden bu hadiseleri kendi büyüklerinden öğrenebilirler. İşte Bu noktada, yıllar süren kendi çalışmalarımdan, farklı bir yaşam hikâyesi doğuyor… Bir başka örnek daha: Dewa Kıhon (Eski Kelxasi Köyü)’da bulunan küçük dere şelalesinden, onlarca Ermeni canlı canlı uçurumdan aşağı atılmıştır. Bu bölgeler Araştırılsa birçok Ermeni iskeleti ve özel eşyaları çıkar. Bir ispatlı örnek daha verirsek: Elazığın ilçeleri den, Maden - Alacakaya arasında bulunan Mızıl Çayı (Dicle Nehri’nin bir kolu) tepelerinde bulunan ve metrelerce derinliğinde bir çukur mağara var. İşte bu derin çukur mağaraya, Tertele yani 1915 Tehcir kararları dönemlerinde, kadınlı çocuklu yüzlerce masum Ermeni, diri diri bu çukura atılmıştır. İşte bu Ermeni soykırımın en güzel kanıt delilidir. İnanmayan gider, burnunu o çukura sokar. Tabi o utanç kokusuna dayanan olursa… O çukur mağara bir incelense yer yerinden oynar. Bu çukur birkaç kez sözde Define Avcıların hedefi olmuş ama mağaranın içine giren dayanamamıştır. Çünkü içerde halen ölmüş ağır insan cesedi kokusu var. Tabi Avcılar hemen bu maceralarından vazgeçmiştir. Bu yeri, tüm yöre insanı bilir ve anlatır. T.C devletinin siyasileri, öyle bir şey yok, neticede belge de yok diyerek ucuz nutuklarını atarak kendilerinin de çok iyi bildiği bu soykırımı hep inkâr etmişlerdir, inanmak istemeyene alın işte kanıt ve belge… Ama adı üstünde inanmak istemiyorlar. İşte başında da belirttiğim gibi; Ermeni soykırımı, birkaç neden dayanır. Bunlardan bir kısmı bu yazdıklarımız, bir kısmı da Éyni Pilin o buz kesen sularında gizlidir. Éyni Pil; o kadar güzeldi ki oraya bir gelen hep gelir. Orda Serinliğin ve ekmeğin tadı başkadır. Doğası Bereketlidir. Toprağı ve suyu birleşti mi patlamaya hazır tohum yoktur. Meyvesi sebzesi Ohh Şek! Dedirtecek tadındadır. Hele o baharın müjdecileri daldan dala haşarı sincaplar, bin bir renk çiçekler ve bunlara konma yarışında olan kelebek ve arılar… Evet, Bu sebeptendir ki, bazılarının bu var oluşa hazmedememe ve Irk, Döl ve tekçi zihniyet fosfata savaşıdır. Bu güzel coğrafyada kim yaşamak istemez ki tüm dinlerin ve dillerin bir arada kardeş gibi yaşadığı hiçbir ırksal ayrımın yapılmadığı, herkese açık bir Tanrı vergisidir… Ama birlerinin Tekçilik avı ile Milletleri paramparça eden, bu Yecüc ve Mecüc ler, kıyametin asıl habercileridir. Ve biz bunların ne olduklarını kim olduklarını ve amaçlarını çok iyi biliriz. Unutmasınlar ki, Bu Waxşet oyunu biz bozduk… Ve Éyni Pil, bu sure zarfında Ermenilerden alınıp İttihatçıların seçilmiş Memurlarına farklı amaçlar üzerine hediye ediliştir. Tabi bu Türk aile İni pil cennetinde fazla durmamıştır. Çünkü bu uğrusuzlar buraları bir dönem yazlık niyetine kulanmış ve İni Pil o dönem tamamen kurumuştur. Kim bilir belki de olanlara kahrından… Hal böyle iken; Maden ilçesinde oturan bu Aile, Éyni Pil’i Kelxasilı’lara satarak ya da hibe ederek arkasına bile bakmadan gitmiştir. Uzun sure keçilere serin mekân olan kuru Éyni Pil ise, Tıpkı yeni bir ihanetin uyarı haberi ile tekrar dirilmiştir… Éyni Pil; Tarihi dekoru ve buz kesen suyu ile tıpkı Kelesi Dağı gibi, yüzlerce hadiseye sus kalmış ve belki birleri çıkar beni dile getirir öfke sabır ile binlerce yıl olduğu gibi, halen gene o buruk sesizliğinde ve akıyor akıyor akıyor...
BİZE KALAN AWA ÉYNİ PİL… Éyni pil, bir başkadır serinliğin Derininden billur akan buz suyun Senle dalar, senle buz keser etim kemiğim O an suyuna dalar, yüreğinle kucaklaşırım… Yanı başında Remelek senin has dostun Bak bu aralar burnu pek havalı Der benin suyum daha tatlı alacalı Herkes beni sever beni içer Birazda tavrı ukala Boş ver sen olmuş ayyaş serseri. Bilmez ki suyu hapis olalı… Laf aramızda ha! O her gece fesat, şarapçıya dost Ondan çıkmaz bir post İnan ki Herkes Sana dost Suyuna içen der ohh şek! Düşman bile sana olur dost… Cehalet seni talan Gürültü toz duman Derler Bir şey olmaz İnan ki yalan! Başları birer alçak yılan, Hepside senin paran Kurarlar sinsi bir plan Bunlardır bir gece vakti, Özgür savışçılara kıyan Bak ortalık sis, ağızları pis Akıl midesi çıyan Onlardır dona kalan Her tarafları leş kokan Onlardır erken giden Sen sin hep bize kalan… Sen gende onlara et suyunu helal Biz ettik sen etme dese de… Vallahi gene yalan. Sensin AWA ÉYNİ PİL bize tadı kalan…
Delete
“Éyni Pil: Sana ve Sana hasret olanlar için ve Bize küs kalmaman için…” Ermeni Soykırımı, birçok amaca dayanır. Biz sadece bu amaçlardan birini kısa özet olarak değerlendirelim. Ki bu, en önemli amaçtır… Ermeniler Hıristiyan dinine mensuptur. İsa’nın öğretisine ve İncil’e inanırlar. Tüm Avrupa ve Orta doğu Halkları gibi, Ermenilerde, Moğol ve Haçlı kıyım ve talan seferlerinden nasibini almıştır. Bu gibi Barbar akınların sonucunda Ermeniler değişik bölgelerde yaşamlarını sürdürmüştür. Ve öz yurtlarında yüzlerce kilometre uzak oldukları halde, dillerinde, dinlerinde ve kültürlerinde bir değişiklik olmamış ve yerleştikleri Coğrafyanın Sosyolojik dokusunu bozmamışlardır. Yerleştikleri yerlere kendi Evlerini ve Kiliselerini inşa etmiş, din Öğretilerini devam etmişlerdir. Kiliselerinin yanında Eğitim Haneleri hep var olmuş ve Babadan Oğla süre gelen el sanatları ve ustalıklarını korumuşlar. Ve sanat ve mesleklerini yaşadığı bölgelerin insanlarında öğretmişlerdir. Örneğin: Demircilik ve Kuyumculukta Ermeniler çok başarılıydılar. Özellikle; Diyarbakır ve Elazığ çevresinde yaşayan Ermeniler, daha çok Demir, Bakır ve Altın eritme ve işleme bu bölgelerde çıkan kalıntılarla doğrulanmıştır. Bu meslek ve sanatkârlıkları ellerinde tutan Ermeniler, Müslümanlar tarafından önemsenmiş ve Ticari alışverişlerden doğan dostluk ve kardeşlikleri sıkı sıkıya bağlanmıştır. Var olan bu avantajlardan dolayı zengin ve saygın olmuşlardır. Kelxasi köyünde, nerdeyse bir asırdır var olan Demirci Ustası, daha çocuk denecek yaşlarda iken, Meşhur Bağin’li (Palo Bölgesi) Ermeni Demirci Ustanın yanına, zorlu bir maceradan sonra ulaşmış, burada çıraklıktan başlayarak, uzun süre çalışmış ve demirciliğin sırlarını öğrenerek usta olmuştur. Daha sonra, kendi köyü olan Kelhasi’ye dönerek, Demircilik (Küre) yapmaya başlamıştır. Bu meslek, köyde halen Dededen Toruna devam etmektedir... Ermeniler, genellikle Yaşadığı bölgelerin arazilerini, gerçek sahipleri olan Kürtlerden satın alarak, bu araziler üzerinde güzel yapılar inşa etmişlerdir. Ağaçlık ve Sulak bölgeleri tercih eden Tüccar Ermeniler, su kaynaklarına da önem vermiştir. Alacakaya, Kelxasi köyünde bulunan Éyni Pil, yani Büyük Çeşme: 16 Y.yılın ilk çeyreğinde; Ermeniler tarafından yapıldığı sanılıyor. Éyni Pil, Büyük Ziyaret Dağının eteklerinde yer alan mermer kayaların arasından süzülerek, yeryüzüne çıkar. Suyu çok soğuk olup, halk arasında Karpuz çatlatan su da derler. Öyle ki, elinizi bu suda yarım dakika bile tutamasanız. Büyük Çeşme (Éyni Pil) suyunun çıktığı kaynak yeri, Dikkat çekici güzelliği ile taş ve kireç betondan yapılmış ve suyun çıkış yeri bir mağarayı andıran ve iç kısmı iki metre karelik yuvarlak bir şekle sahip olup, tavanın ortası dışarıya açılan bir delik ve dörtte üçü toprak hendeğe saklı tarihi bir yapıdır. Eskiden, suyun çıkış yeri bazen kapatılıp Bu odaya hapis olan su, tavanda mevcut olan delikten fışkırarak, suyun ulaşamadığı bölgelerde bulunan bağ ve bahçelerin sulama ve de en önemlisi şu an var olmasa da çıkan kalıntılardan anlaşıldığına göre bu tavan deliğinden yükselen su, kırmızı toprak çömlekten yapılma künk denilen kanallardan akarak oraya yakın olan Ermeni Kilisesine suyu taşınırdı. Éyni Pil’in Yakın zamana Kadar kesme bir kaya üzerinde kitabesi bulunuyordu. Her nedense bu kitabe ortadan kayboldu. Veya bilinçsiz kişiler tarafından, tıpkı öteki tarihi yapılar gibi tahrip edildi. Henüz yakın zaman öncesine kadar, Éyni Pil ve çevresi, binlerce çömlek ve işlenmiş taş kırıkların adeta cenneti gibiydi. Soykırımdan sonar o bölgeye özellikle Altın bulma hevesi ile var olan yapılar da tahrip olmuştur. Her bir duvarın ve her bir ağacın dibi didik didik kazılmış, tarihi dokular harap edilmiştir. Tesadüf veya bilerek çıkan Altın, Gümüş veya Süs Eşyaları, Kılıç, Hançer, Ok Ucu, Balta, Kazma, eski tüfek demirleri vs. araç gereçler, bulunmuştur. Komşu Ermenilerin Yerleşim yeri Tüwer Siye (Kara Tut) dediğimiz bölge çevresinden, Remelek suyunun arka taraflarına kadar geniş bir alana yerleşmiş olmaları var olan buluntularla ispatlıdır. Eminiz ki Éyni Pil çevresinde ciddi bir Arkeolojik çalışma yapılsa çok değerli bulgular orta çıkacaktır. Hata Kelhası da birçok kişi, Bağ Bahçelerde gizli kazılar yaparak veya Tarlalarında tesadüfen Hazine denecek kadar değerli eşyalar bulmuş, bunları bilinçsizce satmışlardır… Bir söylentiye göre; Köyün üst taraflarında, Xırba Konak (Harabe Konak Tepesi) denilen yerde çoban çocukların tarlada oyun maksadı ile eşelediği topraktan, tesadüfen bulduğu küplerden çıkan, İsa Meryem heykeli, altın Haç ve altın paralar bulunmuştur. Uyanık köylü, Küplerin boş olduklarını söylese de gizli zenginliği saklanamazdı. Hatta Çıkan o küpler halen evlerde kullanılıyor. Tabi bu ayrı bir hikâyedir… Çünkü bu bölge birkaç yüz yıl Ermenilerin arazileri idi ve bu bölge 1900 yılarında, İttihat ve Terakkicilerin kanlı örgütü olan. Teşkilat-ı Mahsusa (şimdiki Ergenekon Terör Çetesi benzeri) yağmacı çeteleri tarafından zorla alınmış, çevre sakinlerini de kıyımdan geçirerek mallarına el koymuştur. Yüz yıllarca kardeş gibi yaşadığımız, bazen de en iyi çocukluk arkadaşlarımız olan ve köy küçelerinde âşık oynadığımız Ermeni arkadaşımız, belki dinimiz, dilimiz farklı ama insani yönlerimizin ortak olduğu ermeni komşular. Bir gecede gâvur olup canavar Provakte edilmiş ve katli vaciptir denilerek, Kanuni Ali Osman toprakların her karışında, artık bir Ermeni Avı başlamıştır. İttihatçılar, sadece Kelxasi değil. Kalan Son Osmanlı Devletinin dört bir yanında bir katliam başlamıştır. O yörenin yaşlıları çok iyi bilir. Bu gerçekleri birde canlı tanıklarından duymak daha yerinde olur. Ermenileri uçurum boylarından aşağı atmalar. Kurşuna dizip toplu mezarlara gömmeler. Irza geçmeler, mallarını yağmalayıp talan etmeler vs… vs… Güzel kızlarına dokunmayıp zorla Müslüman edip, onlarla evlenmelerin örnekleri sayısızdır. Mesela bir örnek verelim: Kelxasi de bir aile, Anne tarafı Ermenidir. Kızın ailesi iki Abisi hariç Çete elemanlarınca kafaları kesilmiş. Ağabeylerde dağlara saklanıp soykırımdan kaçabilmiştir. Yakın zaman kadar bu erkek kardeşler, kız kardeşlerinin sağ olduğunu öğrenmiş, kendisine yurt dışından belli dönemlerde çok kez para gönderdiği herkesçe bilinir. Bu kardeşlerin üçüncü kuşak torunları ile bizzat diyalog kurulmuştur. Merak eden bu hadiseleri kendi büyüklerinden öğrenebilirler. İşte Bu noktada, yıllar süren kendi çalışmalarımdan, farklı bir yaşam hikâyesi doğuyor… Bir başka örnek daha: Dewa Kıhon (Eski Kelxasi Köyü)’da bulunan küçük dere şelalesinden, onlarca Ermeni canlı canlı uçurumdan aşağı atılmıştır. Bu bölgeler Araştırılsa birçok Ermeni iskeleti ve özel eşyaları çıkar. Bir ispatlı örnek daha verirsek: Elazığın ilçeleri den, Maden - Alacakaya arasında bulunan Mızıl Çayı (Dicle Nehri’nin bir kolu) tepelerinde bulunan ve metrelerce derinliğinde bir çukur mağara var. İşte bu derin çukur mağaraya, Tertele yani 1915 Tehcir kararları dönemlerinde, kadınlı çocuklu yüzlerce masum Ermeni, diri diri bu çukura atılmıştır. İşte bu Ermeni soykırımın en güzel kanıt delilidir. İnanmayan gider, burnunu o çukura sokar. Tabi o utanç kokusuna dayanan olursa… O çukur mağara bir incelense yer yerinden oynar. Bu çukur birkaç kez sözde Define Avcıların hedefi olmuş ama mağaranın içine giren dayanamamıştır. Çünkü içerde halen ölmüş ağır insan cesedi kokusu var. Tabi Avcılar hemen bu maceralarından vazgeçmiştir. Bu yeri, tüm yöre insanı bilir ve anlatır. T.C devletinin siyasileri, öyle bir şey yok, neticede belge de yok diyerek ucuz nutuklarını atarak kendilerinin de çok iyi bildiği bu soykırımı hep inkâr etmişlerdir, inanmak istemeyene alın işte kanıt ve belge… Ama adı üstünde inanmak istemiyorlar. İşte başında da belirttiğim gibi; Ermeni soykırımı, birkaç neden dayanır. Bunlardan bir kısmı bu yazdıklarımız, bir kısmı da Éyni Pilin o buz kesen sularında gizlidir. Éyni Pil; o kadar güzeldi ki oraya bir gelen hep gelir. Orda Serinliğin ve ekmeğin tadı başkadır. Doğası Bereketlidir. Toprağı ve suyu birleşti mi patlamaya hazır tohum yoktur. Meyvesi sebzesi Ohh Şek! Dedirtecek tadındadır. Hele o baharın müjdecileri daldan dala haşarı sincaplar, bin bir renk çiçekler ve bunlara konma yarışında olan kelebek ve arılar… Evet, Bu sebeptendir ki, bazılarının bu var oluşa hazmedememe ve Irk, Döl ve tekçi zihniyet fosfata savaşıdır. Bu güzel coğrafyada kim yaşamak istemez ki tüm dinlerin ve dillerin bir arada kardeş gibi yaşadığı hiçbir ırksal ayrımın yapılmadığı, herkese açık bir Tanrı vergisidir… Ama birlerinin Tekçilik avı ile Milletleri paramparça eden, bu Yecüc ve Mecüc ler, kıyametin asıl habercileridir. Ve biz bunların ne olduklarını kim olduklarını ve amaçlarını çok iyi biliriz. Unutmasınlar ki, Bu Waxşet oyunu biz bozduk… Ve Éyni Pil, bu sure zarfında Ermenilerden alınıp İttihatçıların seçilmiş Memurlarına farklı amaçlar üzerine hediye ediliştir. Tabi bu Türk aile İni pil cennetinde fazla durmamıştır. Çünkü bu uğrusuzlar buraları bir dönem yazlık niyetine kulanmış ve İni Pil o dönem tamamen kurumuştur. Kim bilir belki de olanlara kahrından… Hal böyle iken; Maden ilçesinde oturan bu Aile, Éyni Pil’i Kelxasilı’lara satarak ya da hibe ederek arkasına bile bakmadan gitmiştir. Uzun sure keçilere serin mekân olan kuru Éyni Pil ise, Tıpkı yeni bir ihanetin uyarı haberi ile tekrar dirilmiştir… Éyni Pil; Tarihi dekoru ve buz kesen suyu ile tıpkı Kelesi Dağı gibi, yüzlerce hadiseye sus kalmış ve belki birleri çıkar beni dile getirir öfke sabır ile binlerce yıl olduğu gibi, halen gene o buruk sesizliğinde ve akıyor akıyor akıyor...
BİZE KALAN AWA ÉYNİ PİL… Éyni pil, bir başkadır serinliğin Derininden billur akan buz suyun Senle dalar, senle buz keser etim kemiğim O an suyuna dalar, yüreğinle kucaklaşırım… Yanı başında Remelek senin has dostun Bak bu aralar burnu pek havalı Der benin suyum daha tatlı alacalı Herkes beni sever beni içer Birazda tavrı ukala Boş ver sen olmuş ayyaş serseri. Bilmez ki suyu hapis olalı… Laf aramızda ha! O her gece fesat, şarapçıya dost Ondan çıkmaz bir post İnan ki Herkes Sana dost Suyuna içen der ohh şek! Düşman bile sana olur dost… Cehalet seni talan Gürültü toz duman Derler Bir şey olmaz İnan ki yalan! Başları birer alçak yılan, Hepside senin paran Kurarlar sinsi bir plan Bunlardır bir gece vakti, Özgür savışçılara kıyan Bak ortalık sis, ağızları pis Akıl midesi çıyan Onlardır dona kalan Her tarafları leş kokan Onlardır erken giden Sen sin hep bize kalan… Sen gende onlara et suyunu helal Biz ettik sen etme dese de… Vallahi gene yalan. Sensin AWA ÉYNİ PİL bize tadı kalan…
Delete
brayın ez aynatoray.lakin kelxasira hesken. çınar
şıma zoni. gencno demokrat yo dova. ı'm from kelhası. no memı mikail.
ez maxtı çali giy woni işte ez aja ronıştıni. yani hasarut, sevgili
eynato ve kelxasılılar hepinze selmalarımı sunar özellikle kelxasi
hocamın yazılarından dolayı kendilerine teşekürlerimi bir borç bilirim.
sevgilerimle HATIRBU ŞIMA
Sil
Sil
YALÇIN BİR DAĞ / Dicleyu-Ferhad
Bexro’nun uçsuz bucaksız karanlığı, Kelxasinin kırpışan uzak yıldız misali ışığı, onu; o köy düğünlerine, hatta Babasının ölümünden haberi olmayan, bir köy düğününde babası ile meydanda karşılıklı govend’leri bir an aklımdan geçti. Dikenli ardıç ağacının altında çömelerek, dayandı avuçları ile silahın namlusuna, Poşisinin arasında kaçak tütününü. Ilık esen rüzgâr; meşe yapraklarına oradan da güneşle kavrulan yanaklarını okşuyordu... Çocukluk ve gençliğin karışık düşleri, uzaktan uzun uzun seyre daldı Kelxasi’yi. Karanlıkta uzak ışıklar, yıldızlar gibi göz kırpıyordu adeta kendisine. Bezende uzak köpek sesleri özlemle karışık düşlere karışırdı. Ferhad tekrar dalardı, geçmişi o tatlı özlemlere. İşte o an geçmişe bir kapı aralandı, zaman adeta boyut değiştirip yıllar öncesine bir koridor oluşturdu. Ferhad kendini dedesinin evinin arka bahçesinde o vişnesi ve inciri bitmeyen meyve ağaçlarında hiç eksik olmayan cıvıl cıvıl kuş sesleri ve kuzu meleşmeleri arasında, özgür Kelxaside kendini bulu verdi… Yaz tatillerinde Ataya ve Toprağa hasret köye giderdi. Akşam yorgunluğunda; Nenesinin pişirdiği Non tok ve Germa do, bir başkaydı damaklarda. Yanında da kızgın kuçılona atığı üç beş top biberi, kaya tuza bandırıp yanında İni Pil'in o iri etli, parçalarken pembemsi domatesi, bir başkadır, ata şefkati ile sevilmek O Welati Kelxaside... Nenesinin özlem dolu sesi ile “bu Emraxımı bu… çi xu mırdaxu bu…” Arada bir der durur tekrarı, sanki kendi yer gibi, büyük bir zevkle okşardı torununun o kıvırcık sert saçlarını, gülümseyince ağız dolu gülüşü, karışırdı yüz mimiklerine. Sohbete dalarken, kulağı zor işten dedesine yarım yamalak Zazasıyla köy inlerdi adeta. Emo hiper aktif bir gençti, kafası da iyi çalışırdı haa! Arada bir nenesini dedesini üzse de, o erkenden kaçardı in cin habersiz, Güleman Diyarbakır’a. Sonra arkasından sayıp söylenirdi bir ton yaramazlık şikâyetler. Bunun için Bir süre ortalık sakin kaçak-kayıp olurdu Emo... Nenesi Naja Xej; “uuu! Em xuri yo tofonu, hetto yerey, ce kuçey döw ni verdonu gerenu. Yo karzı ni kenu…” der durur Nene-Dedesi. Emrah haşarılığın dozunu kaçırınca, çareyi; ortalık Vın! Der tekrar bir süre kaybolurdu. Üç güne kalmaz iki ihtiyar tek kalınca başlar Emrah’a olan özlem ve acımalar-hayıflanmalar, bir birlerine “yok sen çocuğa kızdın, yok azarladın…” sıralanır bir bir öfke eleştiriler. Torun özlemine inat ikisi de, Emrah’ım gelirse bol harçlık veririm teseli sözler… Emrah böyle olunca Kelxasi’de, Diyarbakır da tam bir uçuk bitirim gençlik. Her tarafta her çeşit arkadaş, eksik olmaz satır bıçaklı kavgası. Çoğu zaman kırık kafa, patlak göz, gizli kaçamak eve gelmeler. Başlar sabah kahvaltısında, akşamdan kalan hesap vermeler. Ve sorgular, gençliğin dik kafalı asiliğine yarım kalan lokmalar inadına çarpılan kapılarla ceketi alıp küs gitmeler. Emo dalardı evden kalan o asık asabi suratla bağlar sokaklarına ve at arabaların nal seslerine, karışır kaybolur, koca bir kentin yarlı gürültüsüne. Derken üç beş arkadaşla salardı kendini enteli, danteli, küpelisi bol Ofis semtine, ağabeylerinin deyimi ile; o lümpen burjuva sokağına. Bir dönem derdi, hep takılırken babası subay kızın birine. İnattı belki bir inkârı-kirlenmişliğin kendince bu şekildi bedeli. Bu kente; Çocuk denecek yaşta gençler, bir ülkenin gerçek yüzünü, erken tanır ve bedelleler ödeyerek tanıklık eder. Acıları hep bir tabloda yaşadılar. Bir güvecin ürkekliğinde her an sırtı darbelenir endişesi. Ve de fişlenmişliğe alışık kimlikler, bir darbenin hale ayak izleri, kol gezer sinsi gölgeler, duvarlara yansır kahrolsun birileri, anlatır bir öfkenin sesiz eylemcileri... Onun için hasrettir sevmeler, uzaktan sevmeler aşka uzak kalmalar. Ve o baldan tatlı acı ayrılıklar. Aşkta da vardı, taini- sürgünler… Ve onun içindir, Kara Amid taşları kadar, serttir mizaçlar. Erken yaşta hayatı tanımalar… Pek gülmez yüzleri, hep asıktır suratları, çünkü onlar Bağlar Çocuğu, onlar Amed çocuğu, onlar asi, onlar Mezoptomyanın Yaman Dicleyu-Fırhadı, asık asabi endamları kiminin de eksik olmaz yüzündeki dikişli yaraları, erkeğin şanında olur belinde kamaları. Bütün bir coğrafyanın resmidir her bir yüzleri kimi zamanda ortalık viran olurlar serseri. Ortalık ısınır başlar ara sokaklarda kaçışlar, derken iğrenç düdük, sirenler ve de o ölümün habercisi telsiz sesleri... Hal bu hal iken, Emrah seveni çok olsa bile, oda mecburdu az gülmeye çünkü o bağlar çocuğuydu ve de Kelxasinin ölüme kafa tutan yiğit kartalı. Erken tanıştı olgunluğa, erken tanıştı olgun ağabeylere her biri efsane bilgi küpü, her biri yiğit akıl yükü, bilmezliklerine doyunca arka arkaya gelen yumruklar gibi bir esaretin yavaş yavaş aydınlığı, sislerle kaplı gerçekleri biraz erken tanışsada, siz bilmesiniz hep derdi. Devrimin yüreğini, oysa Deniz’leri de bilmezlerdi ta darağacında sallayıp indirilince… 90-92’lerin başı idi, kara bir bulut sarmış Amed’in her bir dar sokaklarını, kuytularda uğursuz çıyanlar, kan emici kurtçular bir bir pusuda, kıyılırdı genç fidanlara, çığlıklar kulağında tanık oludu Âdemciden çıkmalara, bir din uğruna kezzapla kavrulan o güzellerin yüzleri, hançerlendi ciğerleri, satırdandı bilekleri... O vakitler sanki tanrı bile suskundu, onlar gene ya sabır hep derdi. Elbet derdi, bizi kurtaracak bir elin kendi kolları olacağı nerden bilecekti. Emo tanık oldu ZGL de, taciz tahrike, tanık oldu ispiyon fesada. Keyfi gözaltılar evine bir daha dönmez o dostlar. Birçokların bedenleri kara toprakta, sonra bir uçurumun dibinde kurda kuşa yem konulmuş cesetler, Dijleye boş şişeler değil o yıllar ruhsuz bedenler yüzer failleri beli değil derler... Ape Musa’yı babası ile sevmişti, buruk akil duruşlu resmini asmıştı, evin en çok oturulan salonuna. "bak oğul bu Koca Çınara bile kıydılar..." kitaplara boğulmuştu gençlik o yıllar, caddeler kaldırımlar, dolmuştu korsan kitaplar, doymamıştı korsan eylemler... Diyarbakır cezaevi gibi, bir kasvete bürünmüştü Amed. O ağır yılları sarmıştı her yanı, engerek çıyanlar... Yargısız infazlar, gece yarılarında ev baskınlar, götürlürdü babalar, ağabeyler. Ardında feryat figan çığlıklar, biliyorlardı bu son onları görmeler. Kimleri çok zaman geçmez, bulunurdu yol kenarlarında paramparça bedenler... Doksanlı yıllar Amed de saat 17 dedi mi, ölü bir şehre bürünürdü... Nasıl yetişir ki genç beyinler, kimi kopma noktasına varan özgür fedailer. Ve gene Dijleye akar ölü bedenler. Daralan sokaklarda vurulan Abdulselamlar... Sinsi planlarla kaybolan bin yaşamlar…
Bexro’nun uçsuz bucaksız karanlığı, Kelxasinin kırpışan uzak yıldız misali ışığı, onu; o köy düğünlerine, hatta Babasının ölümünden haberi olmayan, bir köy düğününde babası ile meydanda karşılıklı govend’leri bir an aklımdan geçti. Dikenli ardıç ağacının altında çömelerek, dayandı avuçları ile silahın namlusuna, Poşisinin arasında kaçak tütününü. Ilık esen rüzgâr; meşe yapraklarına oradan da güneşle kavrulan yanaklarını okşuyordu... Çocukluk ve gençliğin karışık düşleri, uzaktan uzun uzun seyre daldı Kelxasi’yi. Karanlıkta uzak ışıklar, yıldızlar gibi göz kırpıyordu adeta kendisine. Bezende uzak köpek sesleri özlemle karışık düşlere karışırdı. Ferhad tekrar dalardı, geçmişi o tatlı özlemlere. İşte o an geçmişe bir kapı aralandı, zaman adeta boyut değiştirip yıllar öncesine bir koridor oluşturdu. Ferhad kendini dedesinin evinin arka bahçesinde o vişnesi ve inciri bitmeyen meyve ağaçlarında hiç eksik olmayan cıvıl cıvıl kuş sesleri ve kuzu meleşmeleri arasında, özgür Kelxaside kendini bulu verdi… Yaz tatillerinde Ataya ve Toprağa hasret köye giderdi. Akşam yorgunluğunda; Nenesinin pişirdiği Non tok ve Germa do, bir başkaydı damaklarda. Yanında da kızgın kuçılona atığı üç beş top biberi, kaya tuza bandırıp yanında İni Pil'in o iri etli, parçalarken pembemsi domatesi, bir başkadır, ata şefkati ile sevilmek O Welati Kelxaside... Nenesinin özlem dolu sesi ile “bu Emraxımı bu… çi xu mırdaxu bu…” Arada bir der durur tekrarı, sanki kendi yer gibi, büyük bir zevkle okşardı torununun o kıvırcık sert saçlarını, gülümseyince ağız dolu gülüşü, karışırdı yüz mimiklerine. Sohbete dalarken, kulağı zor işten dedesine yarım yamalak Zazasıyla köy inlerdi adeta. Emo hiper aktif bir gençti, kafası da iyi çalışırdı haa! Arada bir nenesini dedesini üzse de, o erkenden kaçardı in cin habersiz, Güleman Diyarbakır’a. Sonra arkasından sayıp söylenirdi bir ton yaramazlık şikâyetler. Bunun için Bir süre ortalık sakin kaçak-kayıp olurdu Emo... Nenesi Naja Xej; “uuu! Em xuri yo tofonu, hetto yerey, ce kuçey döw ni verdonu gerenu. Yo karzı ni kenu…” der durur Nene-Dedesi. Emrah haşarılığın dozunu kaçırınca, çareyi; ortalık Vın! Der tekrar bir süre kaybolurdu. Üç güne kalmaz iki ihtiyar tek kalınca başlar Emrah’a olan özlem ve acımalar-hayıflanmalar, bir birlerine “yok sen çocuğa kızdın, yok azarladın…” sıralanır bir bir öfke eleştiriler. Torun özlemine inat ikisi de, Emrah’ım gelirse bol harçlık veririm teseli sözler… Emrah böyle olunca Kelxasi’de, Diyarbakır da tam bir uçuk bitirim gençlik. Her tarafta her çeşit arkadaş, eksik olmaz satır bıçaklı kavgası. Çoğu zaman kırık kafa, patlak göz, gizli kaçamak eve gelmeler. Başlar sabah kahvaltısında, akşamdan kalan hesap vermeler. Ve sorgular, gençliğin dik kafalı asiliğine yarım kalan lokmalar inadına çarpılan kapılarla ceketi alıp küs gitmeler. Emo dalardı evden kalan o asık asabi suratla bağlar sokaklarına ve at arabaların nal seslerine, karışır kaybolur, koca bir kentin yarlı gürültüsüne. Derken üç beş arkadaşla salardı kendini enteli, danteli, küpelisi bol Ofis semtine, ağabeylerinin deyimi ile; o lümpen burjuva sokağına. Bir dönem derdi, hep takılırken babası subay kızın birine. İnattı belki bir inkârı-kirlenmişliğin kendince bu şekildi bedeli. Bu kente; Çocuk denecek yaşta gençler, bir ülkenin gerçek yüzünü, erken tanır ve bedelleler ödeyerek tanıklık eder. Acıları hep bir tabloda yaşadılar. Bir güvecin ürkekliğinde her an sırtı darbelenir endişesi. Ve de fişlenmişliğe alışık kimlikler, bir darbenin hale ayak izleri, kol gezer sinsi gölgeler, duvarlara yansır kahrolsun birileri, anlatır bir öfkenin sesiz eylemcileri... Onun için hasrettir sevmeler, uzaktan sevmeler aşka uzak kalmalar. Ve o baldan tatlı acı ayrılıklar. Aşkta da vardı, taini- sürgünler… Ve onun içindir, Kara Amid taşları kadar, serttir mizaçlar. Erken yaşta hayatı tanımalar… Pek gülmez yüzleri, hep asıktır suratları, çünkü onlar Bağlar Çocuğu, onlar Amed çocuğu, onlar asi, onlar Mezoptomyanın Yaman Dicleyu-Fırhadı, asık asabi endamları kiminin de eksik olmaz yüzündeki dikişli yaraları, erkeğin şanında olur belinde kamaları. Bütün bir coğrafyanın resmidir her bir yüzleri kimi zamanda ortalık viran olurlar serseri. Ortalık ısınır başlar ara sokaklarda kaçışlar, derken iğrenç düdük, sirenler ve de o ölümün habercisi telsiz sesleri... Hal bu hal iken, Emrah seveni çok olsa bile, oda mecburdu az gülmeye çünkü o bağlar çocuğuydu ve de Kelxasinin ölüme kafa tutan yiğit kartalı. Erken tanıştı olgunluğa, erken tanıştı olgun ağabeylere her biri efsane bilgi küpü, her biri yiğit akıl yükü, bilmezliklerine doyunca arka arkaya gelen yumruklar gibi bir esaretin yavaş yavaş aydınlığı, sislerle kaplı gerçekleri biraz erken tanışsada, siz bilmesiniz hep derdi. Devrimin yüreğini, oysa Deniz’leri de bilmezlerdi ta darağacında sallayıp indirilince… 90-92’lerin başı idi, kara bir bulut sarmış Amed’in her bir dar sokaklarını, kuytularda uğursuz çıyanlar, kan emici kurtçular bir bir pusuda, kıyılırdı genç fidanlara, çığlıklar kulağında tanık oludu Âdemciden çıkmalara, bir din uğruna kezzapla kavrulan o güzellerin yüzleri, hançerlendi ciğerleri, satırdandı bilekleri... O vakitler sanki tanrı bile suskundu, onlar gene ya sabır hep derdi. Elbet derdi, bizi kurtaracak bir elin kendi kolları olacağı nerden bilecekti. Emo tanık oldu ZGL de, taciz tahrike, tanık oldu ispiyon fesada. Keyfi gözaltılar evine bir daha dönmez o dostlar. Birçokların bedenleri kara toprakta, sonra bir uçurumun dibinde kurda kuşa yem konulmuş cesetler, Dijleye boş şişeler değil o yıllar ruhsuz bedenler yüzer failleri beli değil derler... Ape Musa’yı babası ile sevmişti, buruk akil duruşlu resmini asmıştı, evin en çok oturulan salonuna. "bak oğul bu Koca Çınara bile kıydılar..." kitaplara boğulmuştu gençlik o yıllar, caddeler kaldırımlar, dolmuştu korsan kitaplar, doymamıştı korsan eylemler... Diyarbakır cezaevi gibi, bir kasvete bürünmüştü Amed. O ağır yılları sarmıştı her yanı, engerek çıyanlar... Yargısız infazlar, gece yarılarında ev baskınlar, götürlürdü babalar, ağabeyler. Ardında feryat figan çığlıklar, biliyorlardı bu son onları görmeler. Kimleri çok zaman geçmez, bulunurdu yol kenarlarında paramparça bedenler... Doksanlı yıllar Amed de saat 17 dedi mi, ölü bir şehre bürünürdü... Nasıl yetişir ki genç beyinler, kimi kopma noktasına varan özgür fedailer. Ve gene Dijleye akar ölü bedenler. Daralan sokaklarda vurulan Abdulselamlar... Sinsi planlarla kaybolan bin yaşamlar…
sen 3 - 4 yaşındayken, sana alınan 4 telli
plastik oyuncak sazı hatırlıyor musun? peki yumurtaları kırıp, içiçe
geçirip, karyolanın altında tren yaptığın günü hatırlıyor musun?
Osmaniye'de kucakta gezdiğin günleri? gerçi çok küçüktün..kırık not alıp
karneni çamaşır suyuyla düzelttiğin günleri. hazar'da gece nöbetlerinde
balık tutup gündüz yüzmelerini?
ALTIOLUK, yani Kelxasi:' Bilinen Tarihi; 300 –
350 Yıllık bir geçmişe sahip olan köy, konuştuğu dil Kürtçenin dört
lehçesinden biri olan Zazaca (Dımıli)’dır. Kelxasi; Bölgenin farklı
farklı yerlerinde kurulup, şu an var olan bölgeye yerleşmiştir. Köy şu
an bulunduğu yerden tahmini 300 yıl önce, Eski köy (Dowa kıhon) denilen
yerden buraya taşınmıştır. Buradan önceki yerleşim yerlerinde kaç asır
var olduğu tam olarak bilinmemektedir. Kelxasi köyü; Adını köyden
tahmini 2 kilometre uzakta bulunan ve yüksek sarp kayalık bir dağ olan,
Kalesi kayalık tepesinden almıştır. Şu an var olmasa da temelindeki taş
kireç kalıntılarına göre: Bu dağın en uç tepesinde kale tipi yüksekçe
bir yapının olması, Kelxasi Köyünün adına rivayettir. Eskilerin günümüze
gelen söylentilerine göre; bu yapının yüksekliği Bulutlara kadar
uzandığı şeklindedir. Tabi ne derece doğrudur bilinmez. Bu bakımdan
Kalesi tepesi'’nin önemi; bölgeye dikkat çekici şekilde hâkim rolüdür.
'Yani Kalesi tepesinden Kelxasi adı 'türemiştir. Kelxasi tarihi ile
ilgili bilgiler genişçe araştırılmakta ve Kitap çalışmaları devam
etmektedir. Altıoluk: (Kelxasi) Elazığ Diyarbakır sınırları arasındadır.
Bununla beraber Alacakaya (Ğuleman), Palu ve Dicle (Piron), İlçelerine
komşudur. Kelxasi; Ziyar denilen, yüksekçe bir dağın aşağı yamacına
kurulmuştur. Ve evleri toprak damlı, kısmen çatılı, kesme taş evlerdir.'
150–200 civarında ev bulunmaktadır. Köy nüfusu, yeni yapılan nüfus
düzenlemesine göre 450 civarıdır. Ama bunun yanında köyün büyük bir
kısmı; sosyal, eğitim ve kısmen ekonomik nedenlerden dolayı Türkiye’nin
birçok büyük illerine dağılmıştır. Altıoluk (Kelxasi); köyü daha önce
Diyarbakır’ın Eğil (gil) ve Dicle (piron) nüfusuna kayıtlı idi. Etibank
Şark Kromları Maden İşletmelerinin gelişi ve Türkiye’nin Yeni Harita
düzenleme Projesi ile köyün nüfus kütüğü, Madene (mehde) ve ardından şu
an mevcut olan kaydı, Alacakaya (Ğuleman), ilçe nüfus müdürlüğüne
bağlanmıştır. Yani, Diyarbakır’a bağlı olan köy, 1960’larda, Elazığ
iline bağlanmıştır. Altıoluk (Kelxasi); köyünün yaklaşık 2,5 km.
aşağısından bulunan vadisinden geçen Çay (çem), Alacakaya Sori (kırmızı)
dağlarından doğarak ve Köy bölgesi’nin dağlarından da beslenerek Kral
kızı Baraj gölüne dolmaktadır. Özellikle, Baraj gölünün en büyük
kollarından biri olan Kelxasi Çayı, aynı zamanda Büyük Dicle nehrinin
ikinci büyük ana koludur. Son on yıldır yapımı bitmiş ve su toplamaya
başlayan Kral kızı Barajı, Dicle ilcesine giden geçiş yollarını tamamen
kesmiştir. Birçok Köylünün arazileri de bu baraj sularına gömülmüştür.
'Altıoluk; yani Kelxasi tarih olarak eski bir geçmişe sahip olup. Tarihi
İpek Yolu geçiş noktalarına yakınlığı ile bilinir… Bu ziyaretler civar
köyler dahi bilinip önemsemekte ve ziyaret edilmektedir. Kelxasi köyünün
yakın tarihimizde gelişen bir diğer önemli olayı; Şêx Sait Efendi’nin
Oğullarından olan Şêx Meydin, yıllarca Kelxasi’da kalmış ve burada vefat
etmiştir. Bu önemli Şahsiyet Cumhuriyet tarihi olarak ta, köyün önemli
bir tarih bilgisi konumunda diye biliriz… Köyün çevresinde bulunan Krom
ve Mermer; dünyanın en önemli Rezervlerine sahiptir. Köy halkının
birçoğu bu maden ocaklarında çalışarak emekli olmuştur. Ve şuanda bile
özelikle mermer işletmelerinde çalışanı vardır. Özellikle Vişne rengi
mermer, yani Alacakaya Mermer; Kelxasi köyü bu mermer rezervlerinin
üzerine kurulmuştur. Dünyada bir numaradır. Köyün bir diğer özeliği de,
Eğitim ve Öğretime olan ilgisidir. Bölge köylere nazaran en fazla eğitim
ve öğretim kimliği kazanan ve Türkiye’ye mal olmuş, önemli Şahsiyetler
yetiştiren köy konumundadır. Türkiye’nin ve Dünyanın dört bir tarafına
yayılmış ve birçok kişi, doktora eğitimi almış ve de almaktadır… Kültür:
Alacakaya, Kelxasi: Tümgelenek Görenek yapısı, Diyarbakır-Elazığ ili,
Kürt-Zaza, gelenek görenek yapısıdır. Köy yemekleri: Patila,(gözleme)
İçli köfte, Zerbet, Hasir, Aroşek, Somi, Germedo,(ayran çorbası) Keşkaw,
Pındırık, Tırş, vs. önde gelen genel yöresel yemeklerdir... Bunun
yanında doğada kendiliğinden yetişen bazı otlarda mevsimine göre
yemekleri yapılır. Bunlar: Tar Rezo,(Bağ Otu) Ğazrig, Kenger, Pırpar
gibi... Lezzeti harika otlarından da çeşitli yemekler yapılır...
Özünde Tükenmeyenler… (Kelesi'nin Akbabaları)
Gecenin kıyısında O kayalıklara çarpan, uzak kartal çığlığı, O an kanın donduğu, karanlığın yırtıldığı andır… Ve sen, kayalık vadilere doğru akan. Xozek, Kelewek ve Dıjar bir soluk mekânın, Kelesi ise senin öz vatanındır... O asi duruşun, bir milada sığmaz saklı macerandır. hele asaletin, tükensede kırallığın, bir vakit tarih oluşundur… Kartalların mekanı Kalesi, Senin öz ismindir… Diyar diyar kanat çırpsanda Kelxasi senin has yurdundur. Dijley-u-Fıratı menzil bilip aksanda, Göçmen kuşlara takılıp Zagrosları aşsanda, Vakit tamam, dönüşün bir andır. Soyun tükense bile, Zeydan otlağın, Kere Gomi bir nefes soluğundur… Akla eksik olmayan Kelesi, senin has Kiyendir…
Gecenin kıyısında O kayalıklara çarpan, uzak kartal çığlığı, O an kanın donduğu, karanlığın yırtıldığı andır… Ve sen, kayalık vadilere doğru akan. Xozek, Kelewek ve Dıjar bir soluk mekânın, Kelesi ise senin öz vatanındır... O asi duruşun, bir milada sığmaz saklı macerandır. hele asaletin, tükensede kırallığın, bir vakit tarih oluşundur… Kartalların mekanı Kalesi, Senin öz ismindir… Diyar diyar kanat çırpsanda Kelxasi senin has yurdundur. Dijley-u-Fıratı menzil bilip aksanda, Göçmen kuşlara takılıp Zagrosları aşsanda, Vakit tamam, dönüşün bir andır. Soyun tükense bile, Zeydan otlağın, Kere Gomi bir nefes soluğundur… Akla eksik olmayan Kelesi, senin has Kiyendir…