HER KAVİM ÜRETTİĞİ ŞEYE BENZER. (SELAHEDDÎN BIYANÎ)alinti bir yazi
Bir bellek kanaması
Bir keresinde Duhok bölgesinden Peyanis köyüne bir Nasturi geldi. Yüzlerce kilometre uzaktan gelen bu adam bizden koyun istedi. Eylül ayının başında paranızı getireceğim dedi; bir teminat istedik. Adam bıyığının bir telini çekip verdi!
Her kavim ürettiği şeye benzer. Nasturiler, ekinleri kadar bereketli ve cömert, dokudukları kumaşları kadar yumuşak, ince ve sağlamdılar. Bizim sanılan şal û şapik ve kiras û fistanlarımız onlardan kaldı. Daha fazla konuşamayacağım…
(Nasturi katliamını yaşamış yaşlı bir Kürt Bilgesi)
Bizim en güvendiğimiz dostlarımız Nasturilerdi. Açık sözlü ve cesur insanlardı. Güney sınırı o zaman yoktu. Bazılarımız onların kestiği hayvanı yemezdik ama bize elleriyle ikram ettikleri meyvelerine ve sebzelerine asla hayır diyemezdik. Onlarla kardeş gibiydik. Bizim aramızdaki anlaşmazlıkları bile Melîkê Tiyarê (Patrik) çözerdi. Değerli eşyalarımızı hatta çocuklarımızı bile rahatlıkla teslim edebiliyorduk onlara. Bir gün bir fetva çıktı! Komşularınızı kesin; cennetin kapıları ardına kadar sizlere açılacak dediler! Zap Suyu günlerce kan aktı!..
Nasturiler doğan her erkek çocuk için bir şarap fıçısı gömerdi. O çocuğun düğününde o fıçı çıkarılırdı ve halaylar eşliğinde o fıçıdaki şarap misafirlere ikram edilirdi. 1960'larda Çukurca yolu açıldığında buldozerler yüzlerce fıçıyı parçalamıştı; vadi boydan boya şarap kokuyordu. Bir dönemler kandan kızıla dönen o topraklar şarabın kızılına dönüşmüşü bu kez; içim yanmıştı benim. Çünkü o şarabı içecek misafirleri, gelinleri ve damatları çoktan doğramıştı birileri!..
Bir keresinde Duhok bölgesinden Peyanis köyüne bir Nasturi geldi. Yüzlerce kilometre uzaktan gelen bu adam bizden koyun istedi. Eylül ayının başında paranızı getireceğim dedi; bir teminat istedik. Adam bıyığının bir telini çekip verdi! Emanetimi iyi saklayın dedi. Gerçekten de eylül ayında gelip paramızı verdiğinde "ben sizin emanetinizi getirdim; siz de benim emanetimi verin" dedi.. Babam Nasturilerin ördüğü mendilinin içindeki bıyık telini adama geri verdi. Bir bıyık telinin bile verilen bir sözde bu kadar bağlayıcı olduğuna şaşıp kalmıştım. Babama sorduğumda "onlar asla yalan söylemez" demişti bana…
Onlar buradayken buralar meyve bahçelerinden geçilmezdi. Güneyden Oramar'a, oradan Gever ovasına doğru at sırtında gelen yaşlı bir Asurî gelmişti. "Sürgünde ölmeden son kez o havayı solumak ve Cîlo pınarlarından su içmek istiyorum" diye vasiyet etmişti çocuklarına. Gelirken atın üstünde durmadan başını eğiyor ve yüzünü kapatıyordu. "Başını neden eğiyorsun?" diye sorduğumuzda kör olduğunu ve yüzüne ağaç dallarının çarpmasını istemediğini söylüyordu. Oysa onlar sürgüne gittikten sonra bir tek ağaç kalmamıştı oralarda ve dümdüz ovada ilerliyordu adam…
Bizim aşiretlerinden biri ile Nasturiler arasında kan davası çıkmıştı. Biz onların bir ileri gelenini öldürüp cesedini Zap suyunun kenarında güneşe serdik. Onlar bizim aşiretten birini vurdular ve bir çalı dibine bırakıp üzerini örttüler… Barış görüşmelerinde bunu neden yaptıklarını sorduk! Rahiplerden biri dedi ki: savaşta bile barışın bütün kapıları kapatılmaz; kapıda küçük de olsa bir aralık bırakmak iki taraf için de olması gerekendir! Bizimle savaşmamak için çok direndiler! Ama fetva vardı; kardeşlerinizi doğrayın diyordu birileri!
Şêx Ubeydullah, Bedirxan Beyi yardımına çağırdığında Koçanis Kilisesi kuşatıldı ve büyük bir kısmı tahrip edildi. Bir rahip elinde pörsümen kağıdına yazılmış ve Nasturilerin korunmasına dair bir ferman ve çok iyi işlenmiş bir kılıç getirdi. Fermanda Hz. Muhammed'in imzası vardı ve kılıç Muhammed'in kılıcıydı… Bedirxan Bey "Ubeydullah evin yıkılsın; keşke bu kiliseyi yıktıracağına Birca Belek'i yerle bir ettirseydin" dedi… O kılıç hala Çukurcalı bir aşiret büyüğünün evinde saklanmaktadır. Sonrasında Simkoyê Şikakî Patrik Mar Samcun'u vurdu; Bedirxan Bey ve Nurullah Bey sürgünde öldüler; Nasturiler katliamdan sonra ülkelerinden sürüldüler; Devlet-i Osmaniye kazandı!...
Anılarını Ninova'nın Yakarışı isimli kitapta ölümsüzleştiren ve 1975'te Amerika'da ölen Nasturi Patriği Mar Samcun'un kızı Surme Xanem, "evet kardeşimiz olan Kürtler kandırıldı ve bize karşı savaştırıldı; yine de o korkunç kıyamın içinde bize en çok sahip çıkanlar yine Kürtler oldu" diye yazar.
Behdînanlı yaşlıların anlatımlarında Kürdün tarihsel belleğindeki derin pişmanlığın izdüşümü hala taptazedir; hatta Asurîler Kürtlerin kanayan belleğidir. Köyü 1993'te yakılan Tiyarlı bir amcanın dediği gibi: Bugün tepemize çöken bu zulüm, biraz da kiliselerini ahıra çevirdiğimiz komşularımızın bedduasıdır...
Büyük katliam ve sürgün günlerinde Tûxûbê sınırında geriye dönüp bir daha dönemeyeceği topraklarına son kez bakan Nasturi bir annenin ağlayarak "ne bi xatirê we birano" deyip uzaklaştığı günden beri o topraklarda yas tutan iki kavim var. Naqusaları susturulan, gece boyunca kiliselerde yanan ışıkları söndürülen ve Mezopotamya'nın ellerinde mumlarla gezen bu güzelim kavmin insanları selamlaşırken "yeniden diriliş, yaşam ve yenilikler senin üzerine olsun" diyerek selama başlardı. Günün birinde bu toprakların tarihin en çorak zamanlarının birinde yeniden dirilişe geçeceğini, onları kıran kardeşlerinin yeniden kardeşleşmek için kardeşlerini yeni bir ortak yaşama davet edeceklerini önceden biliyor gibi… Bir bilge suskunluğuyla ve büyük bir tarihsel kırgınlıkla…
MAMOSTE SELAHADDİN...
Bir bellek kanaması
Bir keresinde Duhok bölgesinden Peyanis köyüne bir Nasturi geldi. Yüzlerce kilometre uzaktan gelen bu adam bizden koyun istedi. Eylül ayının başında paranızı getireceğim dedi; bir teminat istedik. Adam bıyığının bir telini çekip verdi!
Her kavim ürettiği şeye benzer. Nasturiler, ekinleri kadar bereketli ve cömert, dokudukları kumaşları kadar yumuşak, ince ve sağlamdılar. Bizim sanılan şal û şapik ve kiras û fistanlarımız onlardan kaldı. Daha fazla konuşamayacağım…
(Nasturi katliamını yaşamış yaşlı bir Kürt Bilgesi)
Bizim en güvendiğimiz dostlarımız Nasturilerdi. Açık sözlü ve cesur insanlardı. Güney sınırı o zaman yoktu. Bazılarımız onların kestiği hayvanı yemezdik ama bize elleriyle ikram ettikleri meyvelerine ve sebzelerine asla hayır diyemezdik. Onlarla kardeş gibiydik. Bizim aramızdaki anlaşmazlıkları bile Melîkê Tiyarê (Patrik) çözerdi. Değerli eşyalarımızı hatta çocuklarımızı bile rahatlıkla teslim edebiliyorduk onlara. Bir gün bir fetva çıktı! Komşularınızı kesin; cennetin kapıları ardına kadar sizlere açılacak dediler! Zap Suyu günlerce kan aktı!..
Nasturiler doğan her erkek çocuk için bir şarap fıçısı gömerdi. O çocuğun düğününde o fıçı çıkarılırdı ve halaylar eşliğinde o fıçıdaki şarap misafirlere ikram edilirdi. 1960'larda Çukurca yolu açıldığında buldozerler yüzlerce fıçıyı parçalamıştı; vadi boydan boya şarap kokuyordu. Bir dönemler kandan kızıla dönen o topraklar şarabın kızılına dönüşmüşü bu kez; içim yanmıştı benim. Çünkü o şarabı içecek misafirleri, gelinleri ve damatları çoktan doğramıştı birileri!..
Bir keresinde Duhok bölgesinden Peyanis köyüne bir Nasturi geldi. Yüzlerce kilometre uzaktan gelen bu adam bizden koyun istedi. Eylül ayının başında paranızı getireceğim dedi; bir teminat istedik. Adam bıyığının bir telini çekip verdi! Emanetimi iyi saklayın dedi. Gerçekten de eylül ayında gelip paramızı verdiğinde "ben sizin emanetinizi getirdim; siz de benim emanetimi verin" dedi.. Babam Nasturilerin ördüğü mendilinin içindeki bıyık telini adama geri verdi. Bir bıyık telinin bile verilen bir sözde bu kadar bağlayıcı olduğuna şaşıp kalmıştım. Babama sorduğumda "onlar asla yalan söylemez" demişti bana…
Onlar buradayken buralar meyve bahçelerinden geçilmezdi. Güneyden Oramar'a, oradan Gever ovasına doğru at sırtında gelen yaşlı bir Asurî gelmişti. "Sürgünde ölmeden son kez o havayı solumak ve Cîlo pınarlarından su içmek istiyorum" diye vasiyet etmişti çocuklarına. Gelirken atın üstünde durmadan başını eğiyor ve yüzünü kapatıyordu. "Başını neden eğiyorsun?" diye sorduğumuzda kör olduğunu ve yüzüne ağaç dallarının çarpmasını istemediğini söylüyordu. Oysa onlar sürgüne gittikten sonra bir tek ağaç kalmamıştı oralarda ve dümdüz ovada ilerliyordu adam…
Bizim aşiretlerinden biri ile Nasturiler arasında kan davası çıkmıştı. Biz onların bir ileri gelenini öldürüp cesedini Zap suyunun kenarında güneşe serdik. Onlar bizim aşiretten birini vurdular ve bir çalı dibine bırakıp üzerini örttüler… Barış görüşmelerinde bunu neden yaptıklarını sorduk! Rahiplerden biri dedi ki: savaşta bile barışın bütün kapıları kapatılmaz; kapıda küçük de olsa bir aralık bırakmak iki taraf için de olması gerekendir! Bizimle savaşmamak için çok direndiler! Ama fetva vardı; kardeşlerinizi doğrayın diyordu birileri!
Şêx Ubeydullah, Bedirxan Beyi yardımına çağırdığında Koçanis Kilisesi kuşatıldı ve büyük bir kısmı tahrip edildi. Bir rahip elinde pörsümen kağıdına yazılmış ve Nasturilerin korunmasına dair bir ferman ve çok iyi işlenmiş bir kılıç getirdi. Fermanda Hz. Muhammed'in imzası vardı ve kılıç Muhammed'in kılıcıydı… Bedirxan Bey "Ubeydullah evin yıkılsın; keşke bu kiliseyi yıktıracağına Birca Belek'i yerle bir ettirseydin" dedi… O kılıç hala Çukurcalı bir aşiret büyüğünün evinde saklanmaktadır. Sonrasında Simkoyê Şikakî Patrik Mar Samcun'u vurdu; Bedirxan Bey ve Nurullah Bey sürgünde öldüler; Nasturiler katliamdan sonra ülkelerinden sürüldüler; Devlet-i Osmaniye kazandı!...
Anılarını Ninova'nın Yakarışı isimli kitapta ölümsüzleştiren ve 1975'te Amerika'da ölen Nasturi Patriği Mar Samcun'un kızı Surme Xanem, "evet kardeşimiz olan Kürtler kandırıldı ve bize karşı savaştırıldı; yine de o korkunç kıyamın içinde bize en çok sahip çıkanlar yine Kürtler oldu" diye yazar.
Behdînanlı yaşlıların anlatımlarında Kürdün tarihsel belleğindeki derin pişmanlığın izdüşümü hala taptazedir; hatta Asurîler Kürtlerin kanayan belleğidir. Köyü 1993'te yakılan Tiyarlı bir amcanın dediği gibi: Bugün tepemize çöken bu zulüm, biraz da kiliselerini ahıra çevirdiğimiz komşularımızın bedduasıdır...
Büyük katliam ve sürgün günlerinde Tûxûbê sınırında geriye dönüp bir daha dönemeyeceği topraklarına son kez bakan Nasturi bir annenin ağlayarak "ne bi xatirê we birano" deyip uzaklaştığı günden beri o topraklarda yas tutan iki kavim var. Naqusaları susturulan, gece boyunca kiliselerde yanan ışıkları söndürülen ve Mezopotamya'nın ellerinde mumlarla gezen bu güzelim kavmin insanları selamlaşırken "yeniden diriliş, yaşam ve yenilikler senin üzerine olsun" diyerek selama başlardı. Günün birinde bu toprakların tarihin en çorak zamanlarının birinde yeniden dirilişe geçeceğini, onları kıran kardeşlerinin yeniden kardeşleşmek için kardeşlerini yeni bir ortak yaşama davet edeceklerini önceden biliyor gibi… Bir bilge suskunluğuyla ve büyük bir tarihsel kırgınlıkla…
MAMOSTE SELAHADDİN...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder